Her
zaman söylerim, bir daha tekrarlayayım: Bugün düşündüğümüzde zihnimize binlerce imge çağrıştıran Paris,
Cartier-Bresson, Doiesnau, Atget gibi bir kaç fotoğrafçının savaş sonrası yıllarda çektiği resimlerden mürekkeptir. Üstelik, bana göre, pek o kadar kuvvetli görüntüler de değildirler. Hoşturlar, ilginçtirler, zaman geçtikçe bize büsbütün uzak bir dünyanın anısını çağrıştırdıkları için daha da derinleşmişlerdir. Aynı şey bizde büyük görüntü ustamız
Ara Güler için geçerlidir.
Onun dipten dibe arayıp bulduğu kareleri karşımıza son derece farklı, çekici, hatta 'garip' bir İstanbul çıkarır. İnsan onun herhangi bir karesine baktığında bambaşka bir dünyanın ve onu izleyen çok farklı bir gözün farkına varır. Aradaki tek fark, Fransızların o üç beş fotoğrafçısını yere göğe koyamaması; görüntülerini en değerli ulusal hazineleri olarak saklayıp dolaşımda tutmasıdır. Biz Güler'in üç beş resmiyle yetinmişizdir. Oysa birbirinden ilginç kitaplar yayınlayan
Aras Yayınlarının çıkardığı
Ermeni Balıkçılar kitabında yer alan fotoğraflara bakınca insan neler düşünmüyor, nerelere sürüklenmiyor? Güler,
1952 yılında günlük Ermenice yayınlanan
Jamanak'ın 'muhabiri' olarak Kumkapı'daki Ermeni balıkçılar mahallesinde yaşayan balıkçıların arasına karışmış ve bize gökle yer, gökle su arasındaki bu kendileri ve çabaları büyük insanları görüntülemiş. Onlarla görüşmüş, öykülerini dinlemiş. Kayıp bir dünyadan eşsiz kareler. Bugün tahayyül bile edilmeyecek bir dünyanın katı, acımasız ama tepeden tırnağa 'hürriyet ve kavga' olan izleri. Ne o insanlar var şimdi ne o dünya kaldı ne de o hayat. Fakat bu resimleri sadece böyle bir mantıkla algılamak da yanlış.
Her şeyden önce Ara, kendisini bir fotoğrafçı değil bir röportajcı, yani bir gazeteci olarak tanımlıyor. Dolayısıyla bu görüntüler bir gazetecinin gündelik olanı yakalamak için sürdürdüğü büyük bir çabayı besleyen yüksek bir hızla bütünleşmiş. İkincisi ve hiç kuşkusuz daha önemlisi; böyle bir 'konu'yu besleyecek olan insan dokusudur. Ara'nın sadece bu resimlerde değil, bütün dünyasını tutan öz mesele budur. Bu bakımdan son derecede 'edebi', öyküler anlatan, dünyalar kuran görüntüler bunlar. İşin çok ilginç bir başka yanı daha var. 1950'li yıllar, şimdi kimse hatırlamıyor ya da bilmiyor ama, Türkiye'de müthiş bir edebiyat bilincinin doğup geliştiği bir dönemdir. Büyük hikâyecilerimizin, romancı ve şairlerimizin neredeyse tamamı o yıllarda ortaya çıkmıştır ki, içlerinde sadece başı çeken Sait Faik'in adını anmak yeter. Bu edebiyat bir yandan alabildiğine gerçekçi, bir yandan alabildiğine romantiktir. Dönüşen bir ülkede, savaştan ve yoksulluktan yılmış bir toplumda, bu, gözlerin 'gerçeğe' açılmasının bir sonucu olabilir. Ama düğüm tam da oradadır. Gerçek; bir yandan çıplak olacaktır, neyse odur ama bir yandan da gerçeğin arkasındaki 'edebiyat' insan malzemesidir; çekim ve ağırlık merkezi olan. Kısacası edebiyatçının ve sanatçının gerçeğidir söz konusu olan.
ÇOK AZ KİŞİ BAŞARABİLİR
Güler, ister insan yüzleri çeksin, portreler yapsın, ister şu balıkçıları, isterse dünyanın başka bir coğrafyasından derlediği imgeleri işlesin, bu özü asla ihmal etmez. O nedenle gerçeğin benliksel dışavurumu olan portre ile gerçeğin nesnelliğini içeren 'röportaj' malzemesi Güler'in fotoğraflarında daima üst üste çakışır. (Ara'nın portrelerine bakmak isteyenler
Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmış
100 Yüz isimli yapıtını inceleyebilir.) Bu, ancak çok güçlü fotoğrafçıların yapabileceği, çok az kişinin başarabildiği bir şeydir.
Yusuf Karsh'ın portreleri çok etkileyicidir ama ben onlarda daima Güler'deki dinamizmi, yalınlığı, gerçekle temastan kaynaklanan derinlik eksikliğini görmüşümdür. Daha da çarpıcı bir şey söyleyeyim: Ara'nın fotoğraflarında kendisini hemen dışa vuran bir 'şiddet' vardır. Buna duyarlılığın şiddeti, şiddetin duyarlılığı demek mümkün. Şimdi bu 'göz' bize Ermeni balıkçıları gösteriyor. Müthiş bir şey bu. Sadece başta belirttiğim nedenlerden ötürü değil.
Fotoğrafın en önemli özelliği olan 'hafıza' ve 'kimlik' konusunun önemini işaret etmesi bakımından da dikkat çekici. Nedeni şu: Yıllar önce bir arkadaşımın duvarında bu fotoğraflardan birini görmüştüm. O resimde görünenlerin Ermeni olduğu, hatta olabileceği aklımın ucundan geçmemişti. Kaldı ki, sıklıkla karşılaşılan o görüntü hakkında bu bilgiye kimse sahip değil. Oysa şimdi anlıyoruz ki onlar Ermeni'dir ve o 'unutulmuş' insanlar bu kentin bugünkünden çok farklı kültürünü derinlemesine işaret etmektedir. Neleri, niçin bilmediğimiz ve unuttuğumuz da böylelikle ortaya çıkıyor. Onların 'Ermeni balıkçılar' olduğunu bilerek bu resimlere bakmak bana bambaşka bir zevk veriyor; görüntüler bambaşka boyutlar kazanıyor. Bence dağ taş Ara'nın fotoğraflarıyla donatılmalı. Ara Güler: Görüntünün bilgesi, bilgeliğin görüntüsü, yeryüzündeki büyük Ara'yıştır.