Adamın teki geliyor, karşınıza oturuyor. Size bir bardak çay söylüyor ve başlıyor anlatmaya. Dinliyorsunuz. Önce kendisine güvenmeniz gerektiğini söylüyor size. Bunun kanıtı olarak ana dilinizi ne kadar iyi konuştuğunu gösteriyor. Hakikaten de iyi konuşuyor adam, hakkını vermek gerek. Kelime seçimleri yerinde, grameri şahane, cümlelerinin akışı su gibi. Siz onunla aynı dili konuşamayacağınızı düşünmüştünüz oysa. Onu farklı bir ülkenin (Pakistan) farklı bir şehrinde (Lahor) yaşayan, kendinizden çok farklı biri (tehlike potansiyeli yüksek bir Müslüman) olarak görmüş, kendisinden bir miktar tırsmıştınız. Kitabın başlığına bakınca insan gerçekten de tırsmadan edemiyor. Ama bir yandan da
Gönülsüz Köktendinci nasıl bir adamdır, merak ediyor. Gönülsüz olması onun köktendinciliğini kabul edilebilir kılar mı? Ya da köktendincinin gönülsüzü nasıl olur, insan görmek istiyor. Velakin kafamızdaki sorular, kitabın anlatıcısı Cengiz konuştukça teker teker siliniyor. Tabii yenileriyle yer değiştirmek üzere.
PAKİSTAN'DAN NEW YORK'A
Pakistan'ın varlıklı ailelerinden birine mensup Cengiz. Dedesi İngiltere'de eğitim almış, ebeveynleri hep güzel arabalara binmiş. İyi aile çocuğu, iyi eğitimli, hayatta her şeyi pekiyi. Liseden sonra Princeton'a gidiyor. Oradaki birkaç Pakistanlı'dan biri, notları hep A, yarattığı izlenim hep olumlu. Ailesi son zamanlarda maddi sıkıntılar çektiği için üniversiteyi burslu okuyor. İlk iş görüşmesi için Underwood Samson şirketine gittiğinde burslu hali onun için bir avantaja dönüşüyor. Şirkette onunla görüşen Jim de Cengiz gibi gençlik yıllarında hayatta dışlanmış bir tip. Ona bakınca kendini görüyor gibi oluyor, gel birlikte çalışalım diyor. Böylece yılda 60 bin doları aşan maaşıyla New York'ta şapşahane bir hayat sürmeye başlıyor adamımız. Memleketinde kızları mayolu görmeye alışmadığı için yolu deniz kenarına düştüğünde ne yapacağını şaşırmakla birlikte, Amerikan hayatına ışık hızıyla uyum sağlıyor. Üstelik süt beyazı teni, plajda üstsüz güneşlenmesi ve hayatta genel olarak rahat takılmasıyla başını döndüren Erica'yla tanışıyor bir de. Bundan iyisi Şam'da kayısı diye düşünürken, epey büyük bir olay vuku buluyor. 11 Eylül. Bir otel odasında Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kulelerine giren uçakları izlerken Cengiz gülümsemesine mani olamıyor. Amerika'nın dizlerinin üzerine çökmüş olduğu fikri canlanıyor zihninde. Hegel'in meşhur ve şiirsel lafıdır: Minerva'nın baykuşu ancak akşam karanlığı çöktüğünde çırpar kanatlarını. Yani felsefe tarihsel bir olayı ancak olay bitip kendisinden uzaklaşırken değerlendirebilir.
Gönülsüz Köktendinci'nin anlatıcısı da 11 Eylül'ün ardından yaşananlara böyle bir içgörüyle bakıyor. Amerika'ya döndüğünde nasıl sorguya çekildiğini, her yerde nasıl önyargılara maruz kaldığını, dayak yemenin eşiğine nasıl geldiğini anlatıyor. Tarih kanatlarını çırptıkça Cengiz kapitalizme, New York'taki hayatına ve Batı'da yabancı olarak yaşamaya tahammülünü yitiriyor. Günlerden bir gün kararını veriyor, memleketinin yolunu tutuyor. Ve burada Amerikan karşıtı bir akademiğe dönüşüyor.
Gönülsüz Köktendinci'nin güzelliği, yazarının (ki kapakta Mohsin Hamid yazsa da biz kendisinden Muhsin Hamit diye de bahsedebiliriz) kullandığı edebi teknikten kaynaklanıyor. Georges Perec'in
Uyuyan Adam romanını akla getiren biçimde okurla senli benli konuşan bir kitap yazmış Hamid. İslam hakkında, Pakistan hakkında, aslında kendisi dışındaki her şey hakkındaki bilgisi zayıf bir Amerikalı okura sesleniyor. Lakin Türkiyeli okuruna da düşündüreceği çok şey olacaktır
Gönülsüz Köktendinci'nin. Karşımıza oturup çay üstüne çay içerek konuşan bu anlatıcı, derdest edip derhal kolluk kuvvetlerine teslim etmemiz lazım gelen bir medeniyet düşmanı mı, yoksa mağdur olduğunu kabul edip helalleşmemiz gereken bir insan evladı mı? Hamid'in başarısı, kitabın son bölümüne, son cümlesine, son kelimesine dek bu soruyu canlı tutabilmesinde.
FİLMDE CENGİZ SULTANAHMET'TE
Mira Nair'in Hamid'in romanından uyarladığı
The Reluctant Fundamentalist prömiyerini 2012 yılı Venedik Film Festivali'nde yapmıştı. Başrollerinde Riz Ahmed, Kate Hudson ve Kiefer Sutherland'ın yer aldığı filmde Haluk Bilginer de Türkiyeli bir yayıncıyı canlandırıyordu. Kitapta yer almayan bu bölümde iş gezisi için İstanbul'a gelen Cengiz, Sultanahmet Camii'ni geziyor ve hayatını değiştirmeye burada karar veriyordu.