Doktor bu ne? Performans endişesi! Doktor bu nereden çıktı? Ta içimden çıktı. Üstelik en keyifli, en rahatlamam gereken zamanda... Bakın gördünüz mü, yine bir şey 'gerek' bu hayatta. Rahatlamak bile gerek. Bu 'gerek'leri bize kim aşıladıysa gidip öpesim var sevgili okur. Şimdi üzerinize afiyet akşam vakti SPA'dayım... Hani diyorlar ya, ayrılık acısına, sinire, strese en iyi gelen şey eğlenmektir, kendini sokaklara salıvermektir diye. Yalan!
UNUTMANIN YOLU...
A! Aklıma ne geldi. Dün internette şöyle bir haber gözüme gözüme girdi: 'Ayrıldığınız sevgilinizi unutmanın yolları...' Bin yılın kadın dergisi konusu NO: 1 İlk önce adamı nasıl baştan çıkaracağımızı maddelerler, sonra da nasıl unutacağımızı... "Ya Bismillah" dedim, habere tıkladım. Özetle şöyle buyuruyor haberimiz: "Alooo uyan kızım, adam gitti, ilişki bitti. Unutmanın en iyi yolu sosyalleşmektir. Uzmanlar sosyalleşmek için özellikle cumartesi gününü uygun buluyorlar. Çıkın, gezin. Ha, bir de exaşkınızın telefon numarasını silmeyi unutmayın!" Oldu canım. Biz ne cumartesi gezmeleri, ne telefon numarası silmeleri gördük, bu işler o kadar kolay mı? Keşke olsaydı... Hem iki gezmeyle acısı dinecek aşka aşk demeyiz biz. Kitap yazmaz! Neyse dedik ya, kendini toparlamanın, ucundan azıcık da olsa rahatlamanın en iyi yolu kendine zaman ayırabilmektir herhalde. Bunun için de ya eve kapanacaksın ya da imkanın varsa kendini en yakındaki SPA'ya atacaksın. Yani bana göre...
MÜKEMMELCİ DÜDÜK
Geçen akşam atmışım kendimi şahane bir SPA'ya, hamamda Filiz'e kese, yosunlu mosunlu vücut maskesi yaptırıyorum. Kuş gibi hafiflemem gerek. Ama yapamıyorum. Bir şey gıcıklıyor içimi. Ne? Ne bu? Sevişirken de, seyahatteyken de, aile toplantısındayken de, mühim insanlarla konuşurken de, şarkı söylerken de, dans ederken de, yazı yazarken de, sevgiliyle baş başa kalmışken de aynı şey var tavrımın fon müziğinde. Bu, bu ne ola ki bu? Korkarım bunun adı: Performans endişesi. Four Seasons Hotel'e gelmişsin, belki de yurdumun bir numaralı SPA'sında kraliçelere layık bir akşam geçirmektesin. Kendini şımartıyorsun ama tam da şımaramıyorsun. Seni gidi mükemmeliyetçi düdük seniiii... Masaj yaptırırken bile kusursuz masaj yaptıran olmak istiyorsun. Her anı kendine zehir ediyorsun.
'YEMEKTEYİZ' KAFASI
Yüksek performans gösterme çabanın kurbanı olup aslında o andan en düşük performansı alıyorsun da uyuyorsun! Vaziyete uyanamıyorsun. Hani psikiyatriste gittiğinde kusursuz hasta olmaya çalışıp tam açılamadığın zaman misali... Yahu kusursuzsan senin haftada iki gün o koltukta ne işin var be kekstram! Ya da sevdiğin adamla sevişirken, nasıl daha iyi bir sevgili olabileceğini düşünmen, karnını, kalçanı kafana takman gibi... O çok istediğin Paris seyahatine çıktığında, dönüşte anlatacak çok şey bulmak için oradan oraya savrulman ve tatilden bir halt anlamaman gibi... Ailene pişirdiğin yemeğin keyfini unutup 'Yemekteyiz' programı kafasına geçmen gibi... Şarkı söylerken içinden çıkan müziği, duyguyu ve eğlenceyi bırakıp teknik detaylarla bünyeyi kasman gibi... Hep bir performans endişesi. Günde 24 saat bitmek tükenmek bilmeyen bir 'başarı' endişesi. İyi de kuzum niye? Kime? Hele üşenme de, bir sor bakalım kendine. Daha iyi olsan da, daha kötü olsan da kime göre? Tadını çıkaramadıktan sonra... Allah aşkına, endişeler dünyasıyla nereye?