Yaz vakti grip olunur mu? Olunurmuş. Yatak döşek yatılır mı? Yatılırmış. Dışarıda güneş varken bu durum pek de fenaymış, insana ev basarmış. Bir gün, iki gün, üç gün derken gecenin ikisinde canıma tak etti. "Şimdi Gökova'da olmak, yıldızların altında uzanmak, denizin sesini duymak, yıldızları avuçlamak lazım" dedim. Bir arkadaşımı aradım. İlk cümlem "Canım ne istedi biliyor musun?" oldu. "Ne?" dedi. Gecenin ikisinde insan ne ister? a- Marmaris Büfe'den dilli kaşarlı b-Belasını... "Yıldızların altında uzanmak istedim ama bu İstanbul'da yıldız mı kaldı?" "Hadi" dedi, "Gidiyoruz, seni yıldızlara götürüyorum." Şaka mı? Değil! İşte kafa dengi arkadaş budur. O saatte aynı saçmalıklardan geçmiş, dağılmış ve toparlanmış iki arkadaş buluştuk. Çıktık İstanbul'da yıldız aramaya. İyi de nerde bu yıldızlaaar? Kilyos yoluna girdik, ağaçların arasında işte yıldızlar! Yaşasın! Arabanın üstünü açtık, doğru sahile... Bir de Hande Yener koyduk CD çalara. 'Hipnoz'daki sekizinci şarkı 'Burdayım' fena halde favorimiz.
KAÇ KİŞİ KALDIK Kİ?
"Kızmıyorum, gülüyorum, bakıyorum, geçiyorum... Buradayım kışkırtıyorum seni, biliyorum delirtiyorum seni, gizlice zehirliyorum seni, kanındayım, dolaşıyorum seni." Sahile geldik, arabadan indik karşımızda bir garson. "Bu saatte giremezsiniz!" "Niye?", "Yasak!" Biz kararlı; "Ama biz uzanıp yıldızları seyredeceğiz." Adam dalga geçer gibi "O zaman işinizi çabuk bitirin!" Tövbe tövbeee! Evsiz insanlara mı benziyoruz, bizim derdimiz yıldızlar! Ama insanların öyle bir derdi yok ki. Adam da haklı, kaç kişi kaldık ki yıldız kovalayan? Neyse, biz kovaladık, yıldızlara baktık, dilek tuttuk, yolda baykuş gördük, kirpi gördük, hayatı sevdik, geceyi daha çok sevdik, uzun uzun konuştuk, anlamaya çalışmadık dinledik. Yani çok iyi ettik...