Yanılmıyorsam, bu konuya ilk kez birkaç yıl önce değinmiştim. Türk kahvesi yapmayan, yemekten sonra "Kahve istiyorum" deyince, "Espresso, cappucino, macchiato?" diye cevap veren restoranlara kılım! Zannediyorum, şöyle bir ifade kullanmıştım: "Eğer cezveyle yapmak zor geliyorsa, pazarda makinesi satılıyor. Üç kuruş. Fişe sokuyorsun; on saniyede kahve hazır!"
Bahsettiğim, yeni çıkan havalı makineden değildi tabii. Bir 'Türk buluşu'ydu. Büyükçe bir cezve düşünün ama plastikten. Dibinde metal bir bölüm var, kabloyla fişe takılıyor. Bu kadar! Fişe sokar sokmaz, tehlikeli bir 'fıkııırrrrrt' sesiyle zangırdamaya başlıyor. Kablo, cezve, hepsi tezgahın üzerinde 10-15 santim kadar hareket ediyorlar. Zaten kısa sürede kahve fokurdamaya başladığından, o anda fişi çekmek lazım. Kahveler hazır, afiyet olsun! Zannediyorum, elektroşok metoduyla, son derece lezzetli ve köpüklü kahveler hazırlanıyor. Yalnız bu esnada tezgahın ıslak olmaması, cezveye veya kabloya dokunulmaması, hatta ne olur ne olmaz, yalıtkan plastik terlikler giyilmesi tavsiye edilir! Yalnız tabii, bu Türk teknoloji harikasını beş milyon civarı bir ödeme karşılığında elde edebiliyorsunuz. Dağıtım da mühim tabii. Bütün semt pazarlarında, bakkal çakkalda, "Türk usulü kahve makineniz hazır!" Bu arada aynı makinede su da ısıtıldığını söyleyeyim! Çok amaçlı yani. Bilemiyorum böyle parlak ve hesaplı bir ürünle, yeni çıkan gelişmiş, şık makine rekabet edebilir mi?!
80'li yılların sonunda, evimize ilk 'espresso-capuccino' makinesinin geldiğini hatırlıyorum. Bu kahveler yeni moda olmuştu. Almanya'dan bir aile dostunun getirdiği makine, duvara monte edilen tiptendi nedense. Köpüklü bir sütlü kahve için matkaplarla duvar delindi, elektrik çekildi, bayağı bir tadilat yapıldı mutfakta! Ancak aleti çözmek zordu. Hayır, 'espressoyu' halletmiştik, 'capuccino'da takılıyorduk! Kahve gözüne kahveyi, su gözüne suyu koydun. Aletin ısınmasını bekledin. Fincanın dibine sütü koydun, makinenin hava üfleyen ucunu sütün içine sokup köpürtmen gerekiyor. Fakat bu uç kah su salıyor, kah sütü köpürtmüyor, köpürtürse ısıtmıyor. Sütü cezvede ısıtıp, aletle köpürtsen, 'espresso'yu ayrıca yapıp karıştırsan, e o zaman ne anladım ben makineden? Bazen de süt köpürüyor ama fincana koyana kadar sönüyor! Ve bizim 'capuccino'lar hiç 'capuccino'ya benzemiyor! Bununla da bitmiyor. Süt, köpürtürken tezgaha, duvarlara sıçrıyor. Her denemeden sonra temizlik yapılıyor! Annem söylenip duruyor: "Bir uyduruk sütlü kahve için mutfağımı yıktırdınız, etraf leş, bak yapamıyorsunuz bile" diye! Ağabeyim kafaya koymuş, başaracak. İnat ve sabırla deniyor. Hepimiz inancımızı yitirdikçe o sütü ayrı, suyu ayrı ısıtıp, çeşitli karışımlar deneyip, ortaya çıkan sonuçları, salona gelip höpürdete höpürdete içiyor ki, "Vay be, çocuk çözdü" densin diye. Çünkü makineyi ısmarlayan kendisi! Ama bir noktada o da pes etti.
Hep birlikte şu sonuca vardık: "Türk sütleri yeterince yağlı olmadığı için köpürmüyor. Yani süt standartlarımız 'capuccino'ya uygun değil!" Kutu sütleri terk edip mahallenin sütçüsüyle anlaştık! Tuhaf bir durumdu, 'capuccino' yapmak için geleneklere geri dönmek! Ancak tam yağlı, kaymaklı koyun sütlerinde de durum değişmedi. Krema alıp süte karıştırdık, hiç olmadı. Bu durumdan birkaç ay sonra da 'hazır capuccino'lar çıktı. Hani sıcak suya karıştırıp içtiğin! O duvara monte kahve makinesi de uzun yıllar mutfakta bir modern heykel, bir dekorasyon objesi olarak görev yaptı! Her zaman Türk kahvesini tek geçerim. Hele cezve kahvesi olursa. Bir de mangalın üzerinde ağır ağır yapılırsa. Yeni makineyi denemedim ama iyi yapıyorsa kabulümdür. Şu aralar evde tercih ettiğim aletse, yukarıda anlattığım, plastik, Türk buluşu olandır. Köpüklü bir kahve, biraz tehlikeye değer!