Viyana'daydım. 2 milyonluk bir şehirde yaşamın nasıl sakin, nasıl insana yakışan bir şey olduğunu görünce; 1965 yılında İstanbul'da olmak istedim.
Çünkü o zaman, İstanbul'un nüfusu 2 milyon 293 binmiş. Yani, hayat bu kadar ağır, bu kadar yorucu değilmiş. Sonra nüfus arttıkça İstanbul dayanılmaz hale gelmiş.
Artık nüfus olarak azalmayacağımıza göre, şu şehrin kıymetini bilmek, bu şehri daha iyi görmek, duymak, hissetmek ve bu şehirde nasıl yaşanacağının hesaplarını yapmak gerekmiyor mu?
YOLLAR DARALIYOR
Ali Ağaoğlu'yla yaptığım röportajda "Şahane evler yapıyorsunuz ama o evlere gidecek yol yok. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?" diye sormuştum.
Binalar göğe doğru yükseliyor ama yollar daralıyor.
O da "Doğru söylüyorsunuz. Planlamada geç kaldık. Ama kentsel dönüşümle birlikte bu da hallolacak" demişti...
Hallolur mu gerçekten?
Evet, süper lüks evlerimiz, süper alışveriş merkezlerimiz var. Her şeyin süperi var ama yollar yetmiyor.
HEDEF CEZA
Peki, biz vatandaş olarak ne yapacağız?
O büyük dönüşümü mü bekleyeceğiz evlerimize gitmek için?
Hiç abartmıyorum... Gazetemin hemen arkasındaki gidiş-gelişli yoldan tek araba bile geçemiyor.
Çünkü yolun sağı solu otopark olmuş. Trafik polisleri de sadece Plaza Otel'in önünde bekleyip oradan ters dönüş yapanlara ceza kesmekle meşgul. Ellerinde defter kalem sadece plakalara bakıp not alıyorlar. O sırada, sen gidemiyorsun ama umurunda değil. Hedefi, yanlış yapana ceza kesmek... O kadar!