Erkan Koyuncu benim 'koridor' arkadaşımdı. Ne tesadüftür ki; neredeyse her sabah, o işe, yani Metin Oktay Tesisleri'ne çıkarken koridorda karşılaşır, asansör kata gelene kadar 'futbol gündemini' konuşurduk.
Bir keresinde, Atatürk Olimpiyat Stadı'nın henüz tamamlanmamış yollarında, şirketin aracıyla maçtan gazeteye dönmeye çabalarken, neredeyse 2.5 saat süren yolculuğumuz sırasında uzun uzun sohbet etmiştik. Karşımda işine yürekten bağlı, son derece meraklı ve öğrenmeye istekli, gazeteciliğin yarısının 'halkla ilişkiler' olduğunu kavramış, gerçek bir muhabir bulduğum için öncelikle gazetem adına sevinmiştim.
KOLAY İŞ DEĞİLDİR
İnternetteki habere önce inanamadım. Birkaç kez okudum. Ülkenin en önemli futbol takımlarından birinin dünyaca ünlü antrenman sahasında, bir insan nasıl olur da demir kapıya sıkışıp hayatını kaybedebilirdi?
Beş tonluk kapının geçiş yapanları görüp hareketi kesecek bir sensörü olmaz mıydı? Meğer olmazmış... Meğer burası Türkiye imiş! Ve bu ülkede yaşam zorlaştıkça, ölmek kolaylaşırmış...
Ben de sevgili Erkan Koyuncu gibi yıllarca kulüp muhabirliği yaptım... Gazeteciliğin en zor branşlarından biridir. Kulübün kapısında yatarsın. Malzemecinin bile ağzından laf almak için dört takla atarsın. Her sabah rakip gazetenin spor sayfasını açarken ellerin titrer, "Acaba bir haber atladım mı?" diye... Futbolcuyla özel röportaj yapmak için kulüp yöneticilerine adeta yalvar yakar olursun. Müdürün senden her gün mutlaka bir 'özel' haber bekler, çırpınıp durursun. Herkes hafta sonu eşiyle, çocuklarıyla pikniğe giderken, sen o takımla birlikte deplasmana gidersin. Eşinden, nişanlından, anandan, babandan, çocuğundan çok, futbolcuları, yöneticileri görürsün.
Ve... Bütün bu eziyeti genellikle 'üç kuruşa' çekersin...
Dönelim kapı meselesine... İnternetteki arama motorlarından herhangi birine 'demir kapı faciası' diye yazınca, karşınıza son birkaç yıla ait onlarca 'vukuat' çıkıyor.
Okul kapısına sıkışıp ölen, üzerine devrilen demir kapıların altında can veren onlarca günahsız çocuk hem mezarlarında, hem internet arşivlerinde yatıyor. Yani Azrail çoktandır 'otomatik demir kapı' kılığına bürünmüş de aldıran yok...
Spor servisindeki arkadaşları, sevgili Erkan'ın vefatının ardından olayın peşini bırakmadılar. Dünkü Sabah Gazetesi'nde bu 'ucuz ölümün' izini süren ibretlik bir sayfa hazırladılar. Olayın neresinden tutsanız, elinizde kalıyordu. İhmal, adam sendecilik, hepsi işin içindeydi. Güvenlik kontrol kulübesi, kapının pozisyonunu görmeyecek şekilde konuşlandırılmış. (Güvenlik görevlisi, "Görseydim, kapının kapanmasına mani olurdum" demiş)
Ayrıca küçük bir giriş kapısı bulunmadığı için tesise her insan giriş çıkışında o beş tonluk kapı açılıp kapatılıyormuş. Kapının ne sesli ikazı ne de sensoru varmış...
Yani?
Kapı değil, ilkellik anıtı! Aslında bu olayın gizli bir faili var: Futbol vandalları... Birkaç yıl önce tesisin kapısına çullanıp her şeyi paramparça yaptıkları gün, kulüp yönetimi o 'kale kapısını' getirip, oraya koymuş. Sabah Spor Servisi'nin hazırladığı ve Erkan'ın anısına buram buram habercilik kokan o sayfada, dünyaca ünlü kulüplerin tesis kapılarının fotoğrafları da vardı. Onları gördükçe, bizimkinden ve buna sebep olan holiganlardan daha çok utandım.
ÖLÜME DİKKAT ÇEKTİ
Erkan, aslında farkında olmadan 'hayatının' haberini yaptı. Herkesin dikkatinin bu ölüm tuzakları üzerine çevrilmesini sağladı. Denetleme sorumluluğu kimdeyse, ister Sanayi ve Kalkınma Bakanlığı olsun, ister belediyeler, ister emniyet... Bir an önce tüm otomatik demir kapılar denetlenmeli. Gerekli güvenlik şartlarına haiz olmayanlar hemen mühürlenmeli. Hatta onlara bile kalmadan, bu yazıyı okuyan herkes, -eğer varsaevinin, şirketinin, okulunun, hastanesinin önündeki otomatik kapıyı gidip kontrol etmeli... Etmeli ki, Erkan kardeşim 'boşu boşuna' ölmemiş olsun...