Boşuna değil 40'lı, 50'li yılları kendime yakın bulmam... Boşuna değil 1951 model Opel Olimpia'mın direksiyonuna dokunur dokunmaz, şiltesindeki saman kokusunu içime doldurup zaman tünelinde keyiflenmem...
'O yılların adamı' olduğumu bu kez de Kelebeğin Rüyası filminde anladım.
Çünkü o yıllarda şiir ve şair önemliymiş. Bir kadının gönlünü çelmenin en etkin yolu; şiir yazmakmış. Hatta bir hastanın sanatoryuma kabul edilişin de, başhekimin birkaç mısradan etkilenmesi bile yeterliymiş... Hayatında birkaç satır şiir karalamış biri olarak; Yılmaz Erdoğan'ın filminde öyle rahat ettim, öyle mutlu oldum ki...
OSCAR ADAYI GİBİ
Kelebeğin Rüyası'nı bilmem ama rüyasını asıl gerçekleştiren Yılmaz Erdoğan'dı. Yıllardır cebinde taşıdığı kelimeleri, film rulosunun üzerine mısra mısra dizerken nasıl keyif aldığı, her kareden belliydi.
Bir film, sadece şiiri kutsarsa fazla epik kalırdı. Edebiyatın, özellikle de şiirin sinemasını yapmak ise başlı başına bir güçlüktü.
Yılmaz Erdoğan bu dengeyi harika kurmuş. Keşke süresini de azıcık kısa tutabilseymiş. Filmin teknik altyapısını, kurgusunu, görüntü yönetmenliğini (Gökhan Tiryaki'ye bir kez daha bravo), özellikle ses başarısını, ışığını, kostümünü, aksesuvarlarını son derece başarılı buldum.
Hiç abartmıyorum, bu yıl izlediğim Oscar'a aday filmlerin hiçbirinden aşağı kalır tarafı yoktu. Yılmaz Erdoğan üstlendiği bunca sorumluluğun yanı sıra böyle güçlü bir oyunculuk performansı göstermeye nasıl vakit ve enerji bulabilmiş, şaşırdım.
ZAYIFLAMA MERKEZİ
Herkesin Kıvanç Tatlıtuğ'u konuşacağı muhakkak ama bence filmin en başarılı oyuncusu Mert Fırat... Bir de Farah Zeynep Abdullah nasıl zayıflamış öyle?
Ahmet Mümtaz Taylan'ın belediyeden çifte iskanlı göbeğini görmesem, filmin tamamında 'inceltme efekti' kullanıldığını sanacaktım. Bence kilo sorunu olanlar, bundan sonra Muzaffer Kuşhan yerine Yılmaz Erdoğan'a koşacak!
Daha önce yazdım, bir kez daha altını çizmek istiyorum:
Kıvanç Tatlıtuğ'un yerinde bir başkası olsa, 'baklavalarının' üzerine yatar, sadece etkileyici fiziğine uygun rollerle parasına para katardı. Ama o en çelimsiz, en solgun haliyle de 'oyunculuk' yapabileceğini gösterdi. Helal olsun.
Bu filme özellikle gençlerin gitmesini çok istiyorum.
Hangi gençlerin mi?
Hayatları boyunca ellerine bir tek şiir kitabı almamış, cep mesajında 'Seni seviyorum' yazmaya üşendikleri için 'SS' kısaltması kullanan gençlerin... Bu filmde görecekler ki; duyguları ifade etmek için yapılan kısaltmalar, aslında hayatın ta kendisini kısaltıyor. Şöyle diyor filmin son sahnelerinden birinde şair: "Aslolan yaşamaktır, ölümü bekleyen hayat değil..."
Yaşa Yılmaz Erdoğan...