Avrupa Atletizm Şampiyonası'nı içim burkularak izliyorum. Avrupa'nın küçücük ülkeleri, Afrika'nın adı zor hatırlanan milletleri başarıdan başarıya koşarken, bizim atletler nal topluyor. İlk gün 4 sporcumuz da döküldü. Neyse ki ikinci gün piste çıkan "devşirme" atletimiz Elvan Abeylegesse 10 bin metreyi kazandı da yüzümüz güldü. (Eğer geçen hafta kamp yaptığı Palandöken'de sele kapıldığı anda bir taksi şoförü onu kucaklayıp, sel sularının arasından geçirmeseydi, sığındığı şantiyedeki işçiler ona kuru çamaşır ve eşofman vermeselerdi, o madalyayı da göremeyecektik ya, neyse... Şampiyonluk adayı atletimizi dağ başında tek başına doğanın insafına terk etmek de ancak bize yakışırdı zaten.) Bizim atletlerimizin Barcelona'da sapır sapır döküldüklerini görünce statlarımızı hatırladım. Büyük şehirlerde lig maçlarının oynandığı pek çok statta artık atletizm pisti kalmadı. Eskiden hemen her büyük statta futbol sahasını çevreleyen bir atletizm pisti bulunurdu. Devre aralarında şehir ya da bölge şampiyonaları koşulur ve en az maç kadar ilgi görürdü. Hele ki atletlerden bir kaçı büyük takımların formalarını giymişse. Ama şimdi statların seyirci kapasitesini arttırmak, kulüplere gelir sağlayan "localara" yer açmak için atletizm pistleri kaldırılıp, yerlerine koltuklar konuldu. Yani atletizmi "para karşılığında" sattık. (Koltuk gelirleriyle Afrika'dan yeni atlet devşirmeyi düşünürler mi acaba? Bizde atletizme "koltuk çıkmak" böyle olur!) Atletizme "sporların anası" derler. Bizim en büyük meziyetimiz ise sporun anasını ağlatmak!