Babam, ağabeylerim gibi benim her sınıfı ayrı şehirde okumamam, sağlam bir eğitim almam için ağır ceza hakimliğini bırakıp, İstanbul'a yerleşerek, serbest avukatlık yapmaya başlamıştı. İlk önceleri ceza davaları ile beraber boşanma davalarını da aldı. Ama kısa bir süre sonra boşanma davası almamaya yemin etti. Çünkü insanların boşanma kararını "anlık öfkelerine yenilerek" aldıklarını fark etmiş, aslında birbirini seven çiftlerin ayrılmalarına istemeden aracılık ettiğine kanaat getirmiş, bunun ahlaki ve vicdani sorumluluğunu yüklenmek istememişti. Gerçekten de insanın hayat arkadaşı olarak seçtiği kişiden ayrılması öyle kolay olmuyordu. Tıpkı evlenme kararında olduğu gibi ayrılma kararında da ince eleyip, sık dokumak gerekiyordu. İşte Sinan Çetin'in Kanal D ekranlarında hazırlayıp, sunmaya başladığı "Hayat Sineması" da bu sancılı ayrılma sürecini mercek altına alıyor. İlk bölümde Gülçin-Emrah Çerçioğlu çiftinin hayatı, sinema karelerine döküldü. Benim anladığım, birbirlerini çok sevmelerine rağmen önce ekonomik zorluklara sonra da iletişimsizliğe yenik düşmüşlerdi. 6 buçuk aylık dünya tatlısı bebeklerine rağmen ayrılığı en kestirme "çözüm" sanmışlardı. Ama kendi hayatları kare kare önlerine serilip, bir de Sinan Çetin'in etkili analizleri ve yaşam deneyimleri devreye girince, ilişkilerine ikinci bir şans tanıyarak, "Hayat Sineması" ndan el ele çıktılar. Günümüzde pek çok çift, gerçek Hayat Sineması'na el ele girip, filmin sonunu bile beklemeden ayrı kapılardan koşarak kendilerini dışarı atıyorlar. Bu minvalde, Sinan Çetin'in programı adeta bir "ayrılık laboratuvarı" gibi hizmet veriyor. Her çift kendi ilişkisindeki en az bir kareyi o sinemada görme şansına sahip. Bu nedenle "Hayat Sineması"ndaki filmler şimdiden gişeyi garantilemiş gibi görünüyor... NOT: Acaba Gülçin-Emrah Çerçioğlu çifti gerçekten de mutluluğu yakalayabildi mi? Yoksa bu kez Sinan Çetin'in yerine avukatların mı yolunu tuttular? "Hayat Sineması" mutlaka fikri takip yapıp, sonuçları da bizlere sunmalı. Yani "filmin sonunu" göstermeli.