Savaş muhabirleri arasında bir söz vardır. Önce sorarlar, "Bir savaş muhabirini nasıl tanırsınız ?" diye... Sonra kendileri yanıt verirler: "Bir bomba patladığında herkes kaçarken, olay yerine doğru koşan kişi savaş muhabiridir..." Bu dünya standardı ne yazık ki bizim ülkemiz için geçerli değil. Zira bizde muhabir olsun, olmasın herkes olay yerine doğru koşar... Tıpkı, Bostancı'da çevresindekiler, "Oraya gitme, çatışma var" demesine rağmen, merakla silah seslerine doğru koşan ve terörist kurşununa hedef olarak hayatını kaybeden aşçı yamağı Mazlum gibi... Hatırlayın, Topkapı Maltepe'deki sanayi sitesinde ilk patlamanın ardından "Ne oluyor?" diye o binanın yanına gidip seyre koyulanlar, ikinci patlamayla yaşamlarını yitirmişlerdi. Tıpkı, Esenler'deki ilk patlamanın olduğu yere üşüşüp, ikincisinde hayatlarını kaybedenler gibi... Yakınlarının o bölgede bulunduğunu düşünerek, yardıma koşanları kast etmiyorum tabii ki... Benim işaret ettiğim, sadece olayı seyretmek ve 'cep telefonuyla görüntülemek' için savaş muhabiri gibi olay yerine koşanlar... Bence cep telefonlarının görüntü kaydeder hale gelmesi, terörist saldırılarda ve diğer felaketlerdeki kayıp sayısını arttıran başlıca etkendir.. Herkes 'en özel (!) görüntüyü çekip, Pulitzer ödülü kazanmanın' derdine düşmüş sanki... Yahu kaçın... Kaçın ve hayatınızı kurtarın kardeşim!.. Bu arada olayları görüntülerken başından yaralanan NTV kameramanı İlhan Kandaz'a da, olayda yaralanan diğer vatandaşlarımız ve emniyet mensuplarımızla birlikte acil şifalar diliyorum. Şehit olan kahraman başkomiser Semih Balaban'a da Allah'tan rahmet... Olayların televizyondan 'naklen' yayınlanma biçimine ilişkin olarak ise artık bir şey yazacak gücüm ve isteğim kalmadı. Her seferinde aynı şeyleri söylemekten usandım. Polislerin nerede mevzilendiğini göstermenin kime fayda sağlayacağı aşikâr... Daha ne diyeyim? Her yayıncı, yüreğinin bir köşesinde vicdan mahkemesi kursa, RTÜK'e gerek kalmayacak, ama nerdeee?