Ne güzel, ne duygulu bir gündü... Salı sabahı İDO'nun tahsis ettiği Barış Manço vapuruna Moda İskelesi'nden doluştuk. Elimizde simitlerimiz, çaylarımız, kulaklarımızda Kurtalan Ekspres'in canlı performansla seslendirdiği Barış şarkıları, pencerelerimizde bize keyifle eşlik eden martılar... Önce Kadıköy, oradan Kanlıca... Dualar, anılar, şarkılar... Ta Adana'dan gelenler vardı Barış Manço'nun 10. ölüm yıldönümünde onu anmak, Moda sokaklarına sinmiş kokusunu ciğerlerine doldurmak için... En çok hayret ettiğim, 7-8 yaşındaki çocukların, tüm Barış Manço şarkılarına coşkuyla eşlik etmeleriydi. Hayatlarında onu hiç görmemelerine rağmen, adam olmuşlardı işte... Ölümünden 10 yıl sonra bile hayranları vapurlara, otobüslere sığmıyor, mezarı başında adeta birbirlerini eziyorlardı. Peki neydi bu "ölümsüz" sevginin nedeni? Uzun uzun düşünmeye, kafa patlatmaya gerek yok. Barış Manço sadece bir müzik adamı değil, bir sosyolog, hatta bir pedagogdu. Bu halkın ne istediğinden, nasıl yaşadığından haberdardı. Çocukla çocuk, ihtiyarla ihtiyar olabilmeyi beceriyordu. İçimizdeydi, "bizden"di... Ve "içimizde" olduğu için, yüreğimize sadece "bir karış" mesafedeydi... Ben mesleğim gereği, onun bıraktığı boşluğun derinliğini televizyonda gördüm en çok... O gittikten sonra bir daha hiç kimse "7'den 77'ye" gibi bir program yapamadı... Yapmaya cesaret edemedi... Sanırım herkes, Barış'ın ardında bıraktığı koca boşluğa düşüp, yok olmaktan ürktü...