Kimileri televizyonu "aptal kutusu" olarak niteler. Bu görüşe katılmamama rağmen, son günlerde televizyonlardaki çelişkili yorum ve önerilerin insanlarımızı "aptala çevirdiğini" rahatlıkla söyleyebilirim. Malum, "zayıflama sezonu" açıldı. Ekranlar sağlıklı beslenme ve zayıflama uzmanları ile doldu. Ama gelin görün ki, birinin söylediğine diğeri itiraz ediyor. Birinin "yiyin" dediğine diğeri "asla ağzınıza sürmeyin" diye itiraz ediyor. Pazartesi sabahı Seda Sayan'ın programında Murat Topoğlu zayıflama çaylarının incelmeye hiçbir etkisi bulunmadığını söylerken, aynı saatlerde Arım Palım Peteğim'de aktarların başkanı, beşibiryerde çayının zayıflamak için ideal olduğunu savunuyordu. Deprem konusunda da durum sağlıkçılardan daha farklı değil. Biri "Marmara kaynıyor, deprem namlunun ucunda" derken, diğeri "Marmara fayı 7'den büyük deprem üretmez. Kırılsa bile güney fayı kırılır" diye diretmekte... Gündüz programlarında dini konulardaki soruları yanıtlayan ilahiyatçılar arasındaki derin görüş ayrılıkları da izleyenleri zor durumda bırakıyor. En son bu köşede okudunuz, "Yarışma ödülleri haram mı, değil mi?" tartışmasında ilahiyatçılar ikiye bölündü. Son olarak Diyanet İşleri Başkanlığı da medyada boy gösteren din adamları için "muhtıra" gibi bir açıklamada bulundu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez yazdığı bir makalede bu kişiler için "tele-vaizler" ifadesini kullanarak, "Kişisel kapris ve şöhret uğruna 50 yıllık ilahiyat birikimini bir çırpıda harcayanlar var" dedi. Çok seslilik demokrasinin vazgeçilmezlerinden. Ama iş "toplumun fiziksel ve ruhsal sağlığını ilgilendiren uzmanlık konularına" gelince doğrunun "tek" olması gerekiyor. Aksi halde bilgilenmek için ekran başına geçenler, kafa karıştırıcı bir kakafoni dinlemek zorunda kalıyor. NOT: Binbir Gece'nin sezon finalinden sonra millet aktarlara hücum edip, "Çocuk düşüren ot" sormaya başlamış. Allah cümlemizi sorumsuz televizyonculuktan korusun!