Sıcak bir yaz gecesi Açıkhava Tiyatrosu'nda başlayacak gösteriyi beklerken, Nebil Özgentürk ile sohbet ediyorduk. Bir projesinden söz etti. Ünlü yönetmenlere kısa filmler çektirecek ve birbirinden bağımsız bu hikayelerle Türkiye'nin yakın tarihini belgeselleştirecekti. Adını da "Türkiye'nin Hatıra Defteri" koyacaktı. Hatta bir-iki yönetmenle toplantısı olduğu için o gece gösteriyi sonuna kadar izleyemeden Açıkhava'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Ertesi gün gazetecilik heyecanıma yenildim. Nebil'in anlattıklarını bu sütunlardan okurlarıma naklettim. Bu tür projeleri olgunlaşmadan yazıya dökmenin yapımcıya zarar vereceğini göz ardı edip, içimden gelen coşkuya engel olamayarak projeyi herkese ilan ettim. Ertesi gün Nebil'den gelecek sitem dolu sözleri, sineye çekmeyi göze alıp, sütunlar dolusu yazdım... İki gün sonra Nebil aradı... Sözlerinde sitem yerine şükran ifadeleri vardı. Benim yazı çıktıktan sonra ünlü yönetmenler ve oyuncular neredeyse sıraya girmiş, "Biz de varız, bizi de unutma" diye aramışlar. Nebil, aylar sonra beni müthiş projesinin gala gecesine davet ederken, "Mutlaka orada olmalısın. Çünkü senin o yazın olmasaydı bu projeyi gerçekleştirmek için kendimde bu denli güç ve moral bulamazdım" dedi... Nebil Özgentürk'ün hazırladığı ve 13 ünlü yönetmenin kısa filmlerinden oluşan "Türkiye'nin Hatıra Defteri" adlı belgesel, CNN Türk'te yayınlanmaya başlandı. Öykülerin tamamını, nasıl çekildiklerini ve çekimler sırasında neler yaşandığını detaylarıyla biliyorum. Ama bu kez müthiş belgeselin izlenme keyfini kaçırmamak için dilime sürgü, elime kelepçe vurdum. Ama şu kadarını söylemeliyim ki, Nebil ve yönetmen dostları, ünlü oyuncuların da gönül desteğiyle adeta yakın tarihimizin kara kutusunu deşifre ediyorlar. Ne yazık ki memleketin hatıra defterinde siyah sayfalar, beyazlardan çok daha fazla... Ama bu hatıraları okuyup, ders çıkarmadan kendimize yeni ve beyaz sayfalar açmamıza da olanak yok. Belgesel mutlaka bu gözle izlenmeli, irdelenmeli... Perşembe akşamı Beyazıt Öztürk ve Güven Kıraç belgesele emek verenleri "Nası Yani?" masasının etrafında topladılar. Mustafa Altıoklar, 80'li yıllarda tam idam edilecekken hamile olduğu doktor raporuyla belgelenen bir kadın mahkumun dramını nasıl kısa filme dönüştürdüğünü anlatırken, sesi titriyordu. Nasıl titremesin ki? Yasa size "Önce doğur, sonra seni öldüreceğim" diyordu. Bir anne o anda neler hisseder? Bedeninden bir can doğarken, kendi canının yok oluşunu nasıl hazmedebilir? Bile bile dünyaya annesiz bir bebek getirmek nasıl bir psikolojidir? Ve bunca duygu bir kısa filme nasıl sığar? Programda Marmara depreminde halkın yıkıntılar arasında "Nerede bu devlet?" diye bağırışından yola çıkarak hazırladığı kısa filmi tanıtan yönetmen Ömer Sorak'ın sözleri ise bir mıh gibi beynime çakıldı. Şöyle diyordu Sorak: "Gecekondu kelimesi başka bir ülkenin dilinde yoktur. Gece vakti, izinsiz araziye, devlet görmeden dikilen derme çatma ev demektir. Depremden sonra gecekondu yıkıntıları arasında 'Nerede bu devlet?' diye bağıranlara şöyle demek istedim: Sen gece yarısı evi oraya dikerken devlet neredeyse, şimdi de orada..." İnsan bir başkasının hatıra defterini gizlice ele geçirdiğinde utanır, suçluluk duyar ama okumaktan da kendini alamaz. Cuma geceleri 20.30'da CNN Türk ekranlarında, Türkiye'nin 85 yıllık hatıralarıyla yüzleşmeye gücünüz varsa, buyurun ekran başına...