Salı gecesi Profilo Kültür Merkezi'ndeki "Namussuzum ki Namusluyum" oyununun galasına adeta koşa koşa gitmeme rağmen, trafiğin azizliğine uğradığım için ilk 5 dakikaya yetişemedim. Kimseyi rahatsız etmemek için kapı aralığında bir sandalyeye tüneyip, oyunu uzaktan izledim. Aldığım keyif beni öyle uyuşturmuş ki, popomun ağrısını ancak eve geldiğimde hissettim. Abdullah Şahin, Sümer Tilmaç, Ferdi Akarnur ve arkadaşlarının "her şeye rağmen tiyatro yapma" gayretlerini ayakta alkışladım. Çünkü onlar "dizilerde 10 dakika görünüp, voliyi vurmak" dururken, ısrarla, şevkle, heyecanla tiyatro yapmayı sürdüren azınlıktandı... Sümer Tilmaç ilk kez yönetmenliğe soyunmuş. Ufak tefek aksaklıklara rağmen ortaya hoş bir komedi çıkarmayı başarmış. Hani günün yorgunluğunu şöyle "sabun köpüğü" ile atmak isteyenler için birebir. Ama her zaman olduğu gibi galalar, performans açısından bir tiyatro sezonunu en "kötü" gecesidir. Oyunun "sahnede demlendikçe" daha da güzelleşeceğine inanıyorum. Namussuzum ki Namusluyum oyununu aylar önce ilk kez bu köşede duyururken, "Erol Günaydın tekerlekli sandalye üzerinde oynayacakmış. Ama benim bildiğim Erol Ağabey, alkışları duyunca bis yapmaya koşarak gelecektir" demiştim. Aynen öyle oldu... Erol Ağabey'in konuşmaları üç-beş cümleyi geçmiyor. Ama her hecesinde salonu top gibi dizinde zıplatmayı başarıyor. Seyirci nasıl avucun içine alınır, tekerlekli sandalyede olsa bile vücut dili nasıl kullanılır, oyun nasıl mimikle desteklenir diye adeta seminer veriyor. Allah'ıma şükürler olsun ki, Erol Günaydın gibi bir oyuncuyu sahnede izlemek ve onu sütunlarımda naçizane kritik etmek bana nasip oldu. Siz de gerçek bir tiyatro efsanesini alkışlama onurunu ellerinizden esirgemeyin. Bu fırsat her zaman ele geçmez. Koşun...