Bugün Dünya Televizyon Günü... Nereden çıktığını, kimin, ne zaman ilan ettiğini kimse bilmiyor. Ama öyle... "Tüm yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde ve yabancı temsilciliklerde göndere bayrak çekilip, İstiklal Marşı okunarak kutlanan" günlerden biri değil tabii... Eminim, pek çok kimse de Dünya Televizyon Günü'nden bugün bu sütunlar sayesinde haberdar oluyordur. Televizyonu biz bulmadık. Ürettiğimiz televizyon programları da öyle Amerika'da Avrupa'da filan gösterilmiyor. Ama televizyon tarihine mümtaz katkılarımız da yok değil. Örneğin; dünyanın ilk gelin-kaynana yarışmasını biz icat ettik. Survivor'ın diplomatik olanını keşfetmek de çok şükür bize nasip oldu. Eski ünlülerin sahte aşk hikâyelerini dizi kıvamında ekrana getirip, reyting sağan başka ülke var mı, bilmiyorum. Ama ekranlarda üçüncü sezonuna doğru hızla yol alan Ahu-Meriç tarzının, dünya televizyonculuğunda bir ekol haline gelmesinden fena halde endişe duyuyorum. Henüz Amerikan gümrüklerinde bu virüse karşı herhangi bir karantina önlemi alınmadı. Ama yarın bir gün Michael Douglas ile Katherine Zeta-Jones, sabahın köründe simli mendiller eşliğinde NBC'de görünmeye başlarsa, görürüm ben o mağrur Amerikalılar'ı... Her neyse, konuyu fazla sulandırmadan sadede geleyim. Günlerdir telefonlarım susmak bilmiyor. "Yüksel Bey nedir bu gündüz kuşağı rezaleti Allah aşkına?" diyorlar. Televizyoncuların Ajdar'a dört elle sarılması ise "kıyamet alametleri" arasında gösteriliyor. Öyle ki, şikayet dinlemekten yazı yazamaz hale geldim. Reyting listelerindeki manzara ise bunun tam tersini gösteriyor. Geriye, bu işi anlamanın tek yolu kalıyor; REFERANDUM! Semra Hanım ile Seçil'den, Ahu ile Meriç'ten, Ozan ile Yeşim'den Safiye ile Faik'ten, Ajdar ile Arto'- dan, salya sümük ağlayan gündüz kuşağı mağdurelerinden, komşuya bile ellerinde mikrofonla gittikleri izlenimini uyandıran "profesyonel" stüdyo izleyicilerinden ve ekrandaki diğer tuhaflıklardan bıktıysanız; bugünden itibaren, çatı ve otomobil antenlerine, evlerin balkonlarına, işyerlerinin kapısına birer sarı kumaş parçası ya da sarı kurdele asın. Bildiğiniz gibi sarı renk "hastalık tehlikesi" ve "karantina" anlamı taşır. Verdiğiniz işaretin anlamı "Biz televizyondan zehirlendik" olacak. Bakalım, toplumu hasta eden bu virüs ne kadar yayılmış, hep birlikte görelim... Bilin ki siz kentleri "sarıya" boyadığınızda, televizyon kanalı yöneticileri ve program yapımcıları da "Ne yapalım, halk böyle istiyor" mazeretinin arkasına artık sığınamayacaklar. Bu eylemin yaygınlaşması için tüm meslektaşlarımı, televizyoncuları, radyocuları, internet sitelerini destek vermek üzere göreve davet ediyorum. Günlerdir telefon eden, mesaj yazan herkes "Yüksel Bey, ekrandaki bu rezillikten nasıl kurtulacağız? Ne yapmamız lazım?" diye sorup, duruyor. Buyurun size eylem!.. Hem de Dünya Televizyon Günü'nde başlayıp, ekranlar ıslah edilene kadar devam edecek... Var mısınız?