Günaydın'da Özlem Eroğlu'nun haberini okurken içim cız etti. Okumuş, bilgili, deneyimli ve çoğu tiyatro kökenli olan seslendirme sanatçıları bazen 2 buçuk milyon liraya, yani bir paket sigara parasına koca filmleri, dizileri seslendiriyorlarmış. Oysa biz Kaçak'ı, McMillan ve Karısı'nı, Komiser Columbo'yu ve hatta Asmalı Konak'ın Seymen Ağası'nı bile onların sesiyle sevdik. Örneğin Çetin Tekindor'u, Rüştü Asyalı'yı, İstemi Betil'i oyunculuklarından önce sesleriyle tanıdık. Çünkü TRT'nin tek kanal olduğu zamanında dizilerin, filmlerin ardından "seslendirenlerin" de jeneriği geçerdi. Yıllardır sağlam bir örgütlü yapıya kavuşamadıkları için itilip, kakılan seslendirme sanatçılarından pek çoğu dublajı "ek iş" olarak yapmak zorunda kaldılar. Bir kısmı da geçimlerini bu yolla sağlayamadıkları için mesleği bırakıp, başka alanlara yöneldi. Bazıları Cihangir'in tek odalı köhne evlerinde sefalet içinde öldü. Oysa "seslendirme" batıda oyunculuktan bile önde gelir. Dublaj sanatçıları, yıldız oyuncular kadar para kazanır. (Geçtiğimiz yıl Hollywood'da seslendirme sanatçılarının grevi, film sektörünü durma noktasına getirmişti. Simpson Ailesi adlı çizgi diziyi seslendirenler, ücretlerinin bölüm başına 350 bin dolara çıkartılması için işi bırakmışlardı) İşin ilginç yönü, "dublaj" Türkiye'de en başarılı icra edilen sanat kollarından biridir. Dizi ve filmlerin başarılı seslendirmeleri çoğu zaman yabancı yapımcıların ve yönetmenlerin bile övgülerine mazhar olur. Şimdilerde Armağan Çağlayan bir televizyon reklamında "dış ses"i dilinden düşürmüyor. Ne olur "dış ses" artık "dış kapının mandalı" olmaktan kurtarılsın.