GİZEMLİ programların büyük bir patlama yaşayacağını bu sütunlarda pek çok kez yazmıştım. Nitekim öyle de oldu. Bu bir kehanet değil, televizyonu bir "sosyoloji laboratuvarı" gibi görmenin getirdiği öngörüydü. Samanyolu TV'deki "Sırlar Dünyası", Kanal 7'deki "Kalp Gözü" ve Show TV'de yayınlanan "Gizli Dünyalar" hep aynı konuyu işliyor, şehir efsanelerini... Canlandırılan öyküler genellikle iyiliğin, doğruluğun erdemini ortaya koyuyor. Yani bugünlerde Diojen gibi elimizde kandille aradığımız yüce erdemlerin... Ekranda sonu iyiye ve doğruya varan bu inanılmaz öyküleri görünce mutlu oluyoruz, inancımız pekişiyor. Çünkü elimizden kayıp giden pek çok değer, "canlandırmalarla" dahi olsa, bu programlar sayesinde yeniden ete kemiğe bürünüyor. "Evet" diyoruz çoğu kez, "insanlık ölmemiş yahu..." Peki ya kendimizi "insanlığın ölmediğine" inandırmak için ille de televizyon seyretmemiz mi gerekiyor? Karşı masada tek başına yemek yiyen üzgün bir adamın "hatırını sorarak" kendi efsanemizi yaratamaz mıyız mesela? Yazar Bülent Şenver öyle yapmış. Konuşma yapmak için gittiği bir bayi toplantısında karşı masada tek başına, kederle yemeğini yiyen adama hatır sormuş ve öyküsünü öğrenmiş. Özetleyeyim: Halil Doğan, Adapazarı'nda sigorta acenteliği yapıyormuş. 16 Ağustos 1999 günü hatırlı, zengin müşterilerinden Ahmet Bey gelip, işlerinin bozulduğunu, annesini hastaneden çıkartmak için acil paraya ihtiyacı olduğunu, bu nedenle küçük bir para karşılığında Cebeci'deki yazlığını kendisine satmak istediğini söylemiş. Acente sahibi Doğan, maddi durumu yazlık almaya elvermediği halde "sırf iyilik olsun" diye teklifi kabul etmiş. O gece Ahmet Bey annesini hastaneden çıkartmak için İstanbul'a, bizim acente sahibi de tapu işlemleri için ailesiyle birlikte Cebeci'ye gitmiş. Sonuç malum... 17 Ağustos depreminde hem Ahmet Bey'in, hem de Halil Doğan'ın Adapazarı'ndaki evleri yerle bir olmuş. Ama her ikisi de aileleriyle birlikte şehir dışında oldukları için kurtulmuşlar. Şimdi gelin de "iyiliğin gücü"nü inkar edin... Şehirler efsane dolu... Gelin bu efsanelerin izleyicisi değil, aktörü olmaya gayret edelim...