İsrail, Lübnan'a operasyon düzenlemeden 3-4 ay önce Maccabi Tel Aviv- Ülker basketbol maçı izlemek için gitmiştim İsrail'e. Yani belki de İsrail tarihinin en sakin en barışçıl yaşadığı dönemdi. Ama havaalanına iner inmez görevlilerin gözlerinden yabancılardan özellikle Müslüman kökenli olanlardan ne kadar tedirgin oldukları okunuyordu.
Onlara zarar vermeyeceğinize ikna etme işi oldukça uzun bir süre bekletildikten sonra pasaportunuzu onaylatırken başlıyor. Niye geldiğiniz, kiminle geldiğiniz, ne yapacağınız, nereden ne kadar kalacağınız, terör eylemi yapıp yapmayacağınız soruluyor. Ve ülkelerine herhangi bir saldırı yapmayacağınıza ikna etmek için oldukça dil dökmeniz gerekiyor.
İkinci sınavı bavulunuzu alırken yaşıyorsunuz. Bavullarınız havaalanından çıkarken didik didik aranıyor. X-ray cihazına güvenmeyen görevliler parfüm şişenize, krem kutunuza, kaleminize, ayakkabınıza yani aklınıza gelebilecek her şeye büyük bir titizlikle tek tek bakıyor.
ELİ SİLAHLI YOLCULAR
Tam "evet her şey yolunda artık şehre karışıp bu mistik ülkenin tadını çıkarabilirim dediğiniz anda biri bitiyor yanınızda. İsrail'e oldukça hakim Türk bir rehberle gitmiş ve herhangi bir rehber talebinde bulunmamış olmamıza rağmen Tur otobüsü kiralanan acentenin rehberi olduğu söylenen kişi artık her adımımızda bizimle birlikte hareket ediyor. Bu 'rehber' bizi, bizim istediğimiz değil kendi istediği yerlere yönlendiriyor. İsrail'den vaat edilmiş topraklar diye bahsederken, gittiğimiz her yeri birilerine rapor ediyor.
Havaalanından Tel Aviv'deki otelimize doğru yol alırken oldukça ilginç bir manzara dikkatimizi çekiyor. Şehrin her yerinde ellerinde uzun namlulu tüfekler bulunan İsrail askerlerinin varlığı o kadar kanıksanmış ki bu askerler silahlarıyla rahatlıkla toplu taşıma araçlarında sivillerle birlikte seyahat ediyor. Bindiğiniz belediye otobüsünde yanınızda tüfekli bir askerin oturduğunu ya da mesela Beşiktaş-Sarıyer minibüsünde öndeki silahlı kişiye "Şuradan bir Sarıyer uzatır mısınız" dediğinizi düşünün...
ZORAKİ KOŞER
Otele yerleşip yemek yemeye indiğimizde yeni sürprizler bekliyor bizi. Etli yemek yedikten sonra kahvenizi sütlü istediğimizde getirilmiyor. "Ama ben sütlü kahve istemiştim" dediğinizde, 'ne kadar ayıp' bakışıyla birlikte talebinizin koşer olmadığı için yerine getirilmeyeceği deklare ediliyor.
Yahudilerin "dinen helaldir" anlamına gelen "koşer" uygulamasına başka bir dinden ya da dinsiz olmanıza bakılmaksızın İsrail topraklarındaki herkese uygulanıyor.
Kimi ürünlerin koşer olup olmadığı hazırlanış biçimine göre değişiyor. Örneğin et ürünlerinin koşerliği, Müslümanlıktaki helal durumuna çok benziyor. Domuz eti hijyenik olmadığı için günah. Kesilen her hayvanın tıpkı Müslümanlıkta olduğu gibi tanrıya kurban edilmesi ve kan akıtılması gerekiyor. Kansız ölen hayvan mundar sayılıyor.
Koşer olmadığı gerekçesiyle et ve süt ürünleri bir arada tüketilmiyor. Hatta daha önce et pişmiş bir kapa sütten yapılmış bir ürün koymak bile koşer değil. Bunun mantığını da "Bir hayvanın sadece tek bir ürününden faydalanmak gerekiyor, sütünü içtiğiniz bir hayvanın etini yiyemezsiniz" şeklinde açıklıyorlar.
İsrail'de şaraptan sabuna her şeyin koşer olmasına özen gösteriliyor. "Şarabın koşeri nasıl oluyor" demeyin. Eğer şarabın yapıldığı üzümü toplayan dua ederek ve iyi niyetle yapmamışsa işini o şarap koşer sayılmıyor.
Koşer uygulamasıyla her yemek yediğimiz en lüks yerlerde bile rastlıyoruz. Okunmamış şarap ya da etin yanında yoğurt tüketme şansınız yok. Aksi bir talebi kimileri oldukça ters karşılarken, kimileri de böyle bir istekte hiç bulunmamışsınız gibi davranıyor.
ŞABATTA ÇALIŞMAYAN ASANSÖR
İsraillilerin zoraki uygulattığı dini geleneklerinden biri de Şabat. Museviliğe göre cuma gün batımından cumartesi gün batımına kadar süren Şabat günü çalışmak kesinlikle günah. Bu gelenek zaman içinde teknolojik gelişmelere de ayak uydurmuş. O gün elektrikli tek bir alet çalıştırılmıyor. Bilmeyip de çalıştırmaya kalkanlar için de önlemler alınmış. Örneğin kahvaltıda makinenin düğmesine basmamak için sıkılmış portakal suyu içemiyorsunuz. Asansör düğmesine de basmak yasak. Çok katlı otelde yürümek de zor geldiği için cuma günü gün batmadan asansör düğmeleri her katta kendiliğinden duracak şekilde ayarlanmış.
Ağlama duvarı ziyareti de Şabat gününe denk geldiği için tek kare fotoğraf çekemeden sonlanıyor. Denklanşöre basmak da o gün dine aykırı bulunduğu için çeşitli müdahalelerle engelleniyor ve o mistik törenden herhangi bir görüntü alamıyoruz.
BAŞKENT KARMAŞASI
Otelimizin bulunduğu Tel Aviv, sonradan kurulduğu belli olan, karakteristik herhangi bir yapıya rastlayamayacağınız bir şehir. Türkiye gibi Filistin devletini tanıyan ülkeler için burası İsrail'in başkenti ve konsolosluklar da bu şehirde. İsrailliler ise başkent olarak Kudüs'ü görüyor. Kudüs'ün İsrail dilindeki adı da Jerusalem.
Kudüs tam anlamıyla bir kültür ve dinler başkenti. Hatta dinler, en azından bizim gittiğimiz dönemde burada barış içinde yaşıyordu. Kudüs'teki medinada (çarşı) her dinin kendine ait sokakları mevcut. İç içe geçmiş bir sokaktan diğerine geçerken buranın farklı bir kültüre ait olduğunu dükkanlarda satılan hediyelik eşyaları görmeden önce yayılan kokudan ayırt ediyorsunuz. Müslüman sokağına geçtiğinizi yayılan baharat kokusundan anlamamanız mümkün değil.
ASKERLERİ KORUYOR, GİRMELERİ YASAK
Medinanın hemen çıkışında Müslümanların kutsal mekanı Mescid-i Aksa'nın dev kapısıyla karşılaşıyoruz. Eylül 2000'de Ariel Şaron ziyaret ettiği için Filistinliler tarafından büyük öfkeyle karşılanan ve 2. İntifadanın fitilini ateşleyen Mescid-i Aksa'nın güvenliğini, eli silahlı İsrail askerleri sağlıyor. Ancak askerlerin kapıdan içeri adım atması kesinlikle yasak. Hatta kimliğinde Müslüman yazmayan hiç kimse içeri giremiyor. İçeri ayrıca Müslüman olsa bile saçı açık ve pantolonlu kadınlar da giremiyor. Uygulamadan habersiz olduğu için pantolonla gelenler yedeklerindeki şalları bele uzun etek gibi bağlayıp iyi bir Müslüman olup olmadıkları testinden geçtikten sonra yalvar yakar alınıyorlar.
Kudüs'ten dinler başkenti diye bahsetmiştik. İşte size kanıtı: Musevilerin girmesinin yasak olduğu Mescid-i Aksa'nın dış duvarının hemen altı Yahudilerin ünlü ağlama duvarı. Yine Mesci-i Aksa'dan çıkıp 100 metre ilerlediğinizde Hz. İsa'nın çarmıha gerildiğine inanıldığı yerde yapılan kutsal kiliseleri bulunuyor.
Barış ortamına rağmen Kudüs'te Müslüman nüfusun yoğunlukta olduğu bölgelere, güvenliğimizin sağlanamayacağı gerekçesiyle İsrailli rehberimiz tarafından sokulmuyoruz. Kudüs'e giriş çıkışlarımızı Hıristiyanların bölgesinden yapıyoruz.
İsraillilerin herkese "Bize her an bir zararı dokunabilir" gözüyle baktığını otelde çalışanlarla yaptığımız küçük sohbetlerden anlıyoruz. Oldukça uzun bir süre mecburi askerlik yapmış garson kız için anti-militarist konuşmalarımız oldukça anlamsız geliyor.
BOMBAYA ULAŞMAK ÇOK KOLAY
Şiddet, militarizm, patlama, silah, bomba İsraillilerin gündelik hayatlarının bir parçası. Bir İsraillinin bombaya ulaşması Filistinli bir çocuğun ekmeğe ulaşmasından daha kolay. Bu kanıya nerden mi vardım?
Gezimizin duraklarından bir de Nazareth'di. Paris'in, ressamların hemen portrenizi çizdiği sokaklarını andıran kentteki durağımız Melek Cebrail'in Hz. Meryem'e, Hz. İsa'nın doğacağını müjdelediği kayanın olduğu yere inşa edilen Müjde Kilisesi'ydi. Ziyareti bir arkadaşın "Hayfa'yı da görelim" ısrarıyla çok uzatmadan bitirdik. Hayfa'ya doğru yol alırken yolda biz ayrıldıktan yarım saat sonra kilisenin bahçesinde bomba patladığı haberi geldi. İçimizden Hayfa konusunda ısrar eden arkadaşa teşekkür ederken ilk tepkimiz "Ya biz ordayken patlasaydı", sonraki de "Kesin terör saldırısıdır" şeklinde oldu. Gerçeği akşam haberlerinde öğrendik: Boşandıktan sonra çocuğu eski eşi tarafından kendisine gösterilmeyen, akıl sağlığı da pek yerinde olmayan bir baba, tepkisini göstermek için atmış o bombayı. Bizde bu durumlarda dama, çatıya, en kötü ihtimalle de Boğaz köprüsüne çıkılır. İsrail'deyse kolaylıkla elde edilen bir bomba, sokakta herhangi birilerinin üzerine atılıyordu...
ELMAS CENNETİ
Tel Aviv sokaklarında dolaşırken elmas dükkanlarının çokluğu da dikkatimizi çekiyor. Meğer İsrail en büyük gelirlerinden birini elmas satarak elde ediyormuş. Güney Afrika'da çıkarılan elmas ham olarak buraya geliyor ve işlenerek dünyanın dört bir yanına satılıyormuş.
İsrail'in askeri yatırımları herkes tarafından biliniyor. Hatta Türkiye, İsrail savunma sanayinin en önemli alıcılarından. Ancak İsrail'in herkes tarafından bilinmeyen ve tüm dünyaya sattığı ürünlerden biri de medikal sanayi ürünleri. Tıp çalışmalarına oldukça önem veren İsrail'in elinde önemli bir tıp bilgi birikimi mevcut.