Olayları Zaragosa-Barcelona maçının 76. dakikasında Eto'o'nun korner atışı sırasında statta yükselen maymun çığlıkları başlattı
1980'lerin başında bir tribünün iki-üç sırasını bile dolduramayan marjinallerdi. Onlara yaklaşık 20 yıl boyunca İngiliz statlarının altını-üstüne getiren "Holigan" ların evrim geçirmişleri gözüyle bakılıyordu. Top karaderili, yani Afrikalı futbolcuların ayağına geçince, takım farkı gözetmeden, sahaya muz fırlatıyorlardı. Bir süre sonra muz yetersiz kalmış, avuç avuç fıstık da yağdırmaya başlamışlardı. İngilizler'in, hatta Avrupa futbolunun patronu UEFA'nın "Folklorik bir protesto" veya "Büyütülmemesi gereken bir sosyal rahatsızlık" diye geçiştirmeye çalıştıkları olay, 10 yıl sonra tüm Avrupa statlarına yayıldı. Ondan 10 yıl sonra ise UEFA'nın en ciddi başağrısı haline geldi. Hollanda'dan Rusya'ya kadar tüm Avrupa ülkelerini, tüm kentlerin statlarını her hafta sonu patlamaya hazır bombaya dönüştüren ırkçı gösterilerden söz ediyoruz. İnsanlığın çok derin mezarlara gömüldüğüne inandığı aşırı sağcı, hatta onun da ötesindeki akımların hortladığı mekanlardan. Geçen hafta İspanya'da, Zaragosa'daki La Romarada Stadı'nda oynanan Real Zaragosa-Barcelona maçında Kamerunlu golcü Samuel Eto'o'yu hedef alan ırkçı saldırılar, bu "İdeolojik veba"nın ne denli vahim bir tehlike boyutuna vardığını gösterdi. Hatırlayacaksınız; Avrupa Şampiyonlar Ligi'ndeki zorlu Chelsea maçının (2- 1 kazandılar) yorgunluğu nedeniyle Zaragosa karşısında sıkıcı bir oyun sergileyen Barcelona oyuncuları gözleri stattaki saatte, kulakları hakemin düdüğünde maçı kazasız belasız bitirmenin hesaplarını yaparken, maçın 76. dakikasında belki de bir devrimi başlatacak bombanın fitili ateşlendi. Maçın son çeyreğine girildiği o dakikada Eto'o'nun korner atışını kullanmaya hazırlandığı sırada, stadın "mimli" bir tribününden maymun çığlıkları yükseldi: "Uh uh uh uh..." Real Zaragosa yöneticilerinin yaptırdıkları anonslar, bu gösterileri durdurmakta veya susturmakta etkili olmadı; gözyaşlarını güçlükle tutabilen Eto'o da sahayı terk etmeye karar verdi. Zaragosa'nın Afrikalı bir oyuncusunun yanına koşup cildini göstererek "Ben de senin gibi siyahım" tesellisi, hakemin yakarışları, takım arkadaşlarının dayanışma jestleri son anda onu ikna edemese bile frenledi ama bu daha ne kadar böyle devam edebilir ki... Hele tribünlerdeki ırkçı gösterilerin ya da saldırıların cezası gülünç denecek kadar hafif olursa.
TOPLUMSAL BİR HASTALIK MI?
Avrupa'da birey bazında ruhsal, kitle ölçeğinde ise toplumsal bir hastalığın tüm belirtilerini barındıran statlardaki ırkçılık, her olayın ardından kıyameti kopardı ama bugüne kadar ciddi bir önlem de alınmadı. Oysa her hafta sonu, Avrupa'nın her ülkesindeki lig maçlarında, bu uğursuz ateşe yeni odunlar atılıyor. Sadece son iki yıldan birkaç olayı anımsatalım: Ocak 2004, Belçika: Hasselt'teki Belçika-İsrail dostluk maçında seyirciler "Yahudiler gaz odasına!", "Yahudiler'e ölüm", "Yahudiler'i keselim" sloganları attılar. Tribünlerde Hizbullah ve Hamas bayrakları dalgalandı. Mart 2004, İskoçya: Dundee-Glasgow maçında, ev sahibinin seyircileri maç boyunca rakip takımın Gineli defans oyuncusu Bobo Balde'yi protesto için ırkçı marşlar söylediler. Nisan 2004, Fransa: Paris Sanit-Germain ile Olympique Marseille arasındaki maçtan sonra Marsilya takımının antrenörü Jose Anigo şu açıklamayı yaptı: "Parisli taraftarlar maç boyunca nazi selamı yaptılar. Kaybettik ama mutluyum, çünkü bu hastalıklı yerden sağlıklı evimize, Marsilya'ya dönüyoruz." Nisan 2004, İngiltere: Ünlü futbol yorumcusu Ron Atkinson, Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde yarı final maçında Monaco'nun Chelsea'yi 3-1 yenmesinden sonra Fransız milli takımının Gana kökenli oyuncusu Marcel Desailly'den "Siyah asalağın piçi" diye söz etti. Nisan 2004, Yunanistan: Olimpiakos takımının teknik direktörü Nikos Alefantos, en büyük rakibi Panathinaykos'un İsrailli teknik direktörünü eleştirirken, "Bir din savaşı patlak verirse, önce onu gözüme kestireceğim" dedi. Nisan 2004, Slovakya: Slovan Bratislava-Spartak Trnova maçında, Spartak taraftarları Yahudi karşıtı sloganlar attılar: "Macar Yahudileri'nin hepsi Çingene kökenli fahişe çocuklarıdır", "Slovan, Yahudi, Yahudi, Yahudi fahişe çocuklarıdır" gibi. Haziran 2004, Portekiz: Lizbon'daki Fransa-Hırvatistan maçında, bin kadar Hırvat taraftar, Neonazi amblemi olan Kelt Haçı işlenmiş bayraklar salladılar. İspanya-Rusya maçında bir grup İspanyol taraftar, Neonazi amblemlerini dalgalandırdılar: SS'lerin kurukafaları, 88, Kelt Haçı gibi. Danimarka-İtalya maçının başında bir grup İtalyan taraftar, milli marşlar çalınırken, Mussolini döneminin faşist selamını verdiler. Liste böyle uzayıp gidiyor. UEFA henüz 2005'in "olay" listesini açıklamadığı için resmi belgelere dayalı örnek veremiyoruz. Ama statlarda 2004'e rahmet okutacak bir kabus yılı yaşandığını biliyoruz. Üstelik virüsün üremek için yeni yuvalar bulduğunu da görüyoruz: Bir zamanlar komünizmin kalesi olan eski Doğu Bloku ülkeleri. Örneğin Romanya'da Stau Bükreş takımı taraftarlarının küçümsenmeyecek bir bölümü Neo-Nazi. Her hafta sonu o taraftarlar ırkçı sloganlarla yeri göğü inletiyorlar, İkinci Dünya Savaşı yıllarında binlerce Yahudi ve Rom'un ölümünden sorumlu olan faşist diktatör Mareşal Antonescu'nun deyişlerini haykırıyorlar. Örneğin, "Çözüm bir milyon karganın itlafı" gibi. Karganın, Yahudiler'i ifade etmek için kullanıldığını söylemeye gerek var mı? Daha vahim meydan okumalar da var; "Yahudiler ve Romlar gaz odasına!" gibi. Ancak zeminin en tehlikeli boyutlarda kaydığı ülkeler olarak İspanya ile İtalya gösteriliyor. İspanya'nın en gözde kulübü Real Madrid'in bir bölüm taraftarı, General Franko himayesinde oldukları aslında utandırması gereken geçmişlerini sergilemeyi gurur ve onur olarak görüyorlar. Ve bunu özellikle Afrika kökenli oyunculara öfkelerini kusacakları bir kanal olarak kullanıyorlar.
NAZİ SELAMIYLA VEDA
İtalya'ya gelince... Tribünleri faşist amigoların denetimine geçmiş olan Lazio'nun kaptanı Paola Di Canio her hafta hakemin son düdüğü çalmasından sonra seyircilere Nazi selamıyla veda ediyor. Ayrıca attığı her golün ardından tribünlere koştuğunda da aynı selamı yapıyor. Sözlü uyarılar etkisiz kalınca para cezası verildi, yine vazgeçmedi. Vazgeçmeyevek de. Şöyle diyor: "Gün geçtikçe üstümüzde kurulmaya ve standart hale getirilmeye çalışılan bu sisteme karşı benimle aynı düşünceleri savunanları selamladım. Buna devam edeceğim. Yahudi toplumunun eline düştüysek, sona yaklaşmışız demektir!" Daha vahimi İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi'nin yaklaşımı. Şöyle diyor: "Paola mert bir delikanlı ama biraz teşhirci. O yönünü de hoşgörmek gerek!" Hayatının iki tutkusu olarak Lazio'yu ve "Il Duce"yi (Benito Mussolini) sayan ve Duce'nin Latince karşılığı "Dux'u sağ omzuna dövme olarak yazdıran Paola'ya hoşgörü istiyor Berlusconi. Önümüzdeki ay sonunda yapılacak seçimde, adaylar listesinde kendinden hemen sonraya Mussolini'nin torununun adını yazdıran Berlusconi'den de bu beklenirdi zaten! Ne var ki tribündeki faşist ya da Nazi terörü bazen bardağı taşırıyor. Messina'nın Fildişi Sahili kökenli oyuncusu Marc Zoro'da olduğu gibi. Inter maçında topla her buluştuğunda tribünlerden ırkçı gösteriler, maymun çığlıklar yükselince ve sahaya avuç dolusu fıstık atılınca, sinirleri boşaldı, 66'ncı dakikada topu koltuğuna alıp soyunma odasına doğru yürümeye başladı. Gözleri dolu dolu. Geçen kasımın son haftasında. İki takımın da tüm futbolcuları ve de hakemler arkasından koşup sarıldılar, dil döktüler, güçlükle geri döndürdüler. Zoro gözyaşlarını silerken "8 yıldır İtalya'da top oynuyorum. Nereye gittiysem bu tür olaylarla karşılaşıyorum. Yetti artık" diye hıçkırdı. Özetle yaşlanan, çok kültürlülüğe geçen, işsizliğin tırmandığı Avrupa yanardağı gibi, biriken öfkesini statlarda kızgın lav olarak püskürtüyor. Ve ne yazık ki ufukta tutarlı, uygulanabilir, gerçekçi bir çözüm görünmüyor. Dahası, her hafta sonu her stattan Neo-Naziler daha da güçlenmiş olarak ayrılıyor. Kötü zamanlarda yaşıyoruz, çok kötü...