Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Hintli simyacı

Demir-çelik sanayiinden biraz anlarım. İzmir DemirÇelik Sanayi (İDÇ) sayesinde. 1983'te rahmetli Turgut Özal tarafından açılan 500 bin metrekarelik alanda kurulu İDÇ'nin kurucuları ve o dönemdeki sahipleri Atilla Yurtçu ve Saim- Samim Sivri kardeşler ortaklığı sayesinde. (Sonra çoğunluk hissesi Türkiye İş Bankası'na geçti, o da geçenlerde Şahin-Koç Çelik Sanayi grubuna sattı.) Şirketin Genel Müdürü, değerli hocam Prof. Dr. Muzaffer Demirci sayesinde. Ve de İDÇ'nin halka açılmasında (o dönemde ne İMKB vardı, ne de SPK) tanıtım kampanyasını üstlenen ve bulduğu "Paranızı taşa toprağa değil demire yatırın" sloganıyla insanların hisse senedi alabilmek için şirket merkezinin camlarını-çerçevelerini indirmelerine neden olan sevgili dostum, reklamcı ve matbaacı Gündüz Köker sayesinde. 1980'lerin ikinci yarısında fırsat buldukça Nemrut Körfezi'nde kurulu İDÇ'ye giderdim. Çelikhanesinde hurdaların eritilmesini, volkanların püskürttüğü lavları andıran kor dalgalarının potalardan akmasını ve kütüğe dönüşmesini büyülenerek izlerdim. Daha sonra o kütüklerin haddehanede düz veya nervürlü çubuk ya da tel olarak üretim bandından çıkmasını da.

***
Her ne kadar artık "Yeni Ekonomi" modaysa ve bilgi her türlü üründen daha değerli hale geldiyse de ben yine de demir-çelik sanayiine hep sevgi ve saygı duyarım. İnsanlığın ilk sanayi uğraşı ve tüm uygarlıkların anası olduğu için. Tarihi zamanın sislerinde kaybolduğu için. Hatırlayın; Bozkurt destanına göre Türkler, demir dağlarının eritilmesiyle açılan geçitten dişi kurt Asena'nın rehberliğinde düzlüğe çıkmadılar mı? İşte o efsanenin ya da destanın yazıldığı Altay Dağları'na pek de uzak olmayan bir diyarda, Hindistan'ın kuzeydoğusundaki Rajastan bölgesinin Sadulpur kasabası yakınlarındaki bir köyde 15 Haziran 1950 tarihinde bir çocuk dünyaya geldi. (Hindistan bağımsızlığına kavuşmasının üçüncü yıldönümünü kutlamaya hazırlanıyordu. Ardından 30 Ocak 1948'te fanatik bir Hindu tarafından öldürülen bağımsızlık kahramanı Mahatma Gandi'yi anmaya.) Babası ona Lakshmi Nivas adını koydu. Bu, Hintliler'in bereket ve zenginlik tanrıçasının adıydı. Mittal ailesinin ilk oğluydu ve annesi-babası mutluluktan göklerde uçuyordu. Bereket ve zenginlik tanrıçasının bebeğe kundakta sihirli değneğiyle dokunup dokunmadığı bilinmiyor ama Lakshmi Nivas Mittal çok değil, yarım yüzyıl sonra dünyanın demir-çelik kralı olacak ve küremizin en zenginleri listesinde üçüncü sıraya oturacaktı. Ve şanı, şöhreti Türkiye'ye kadar uzanacaktı. Erdemir'deki kamu hissesinin özelleştirilmesi ihalesiyle. Dünyada satışa çıkarılan ya da özelleştirilmek istenen tüm demir-çelik tesislerini kapan Mittal, Erdemir'i alamadı. Ama şimdilik.

***
Neyse biz yine öykümüzün başına dönelim. Ne kadarı gerçek, ne kadarı sonradan yazılan senaryo bilmiyoruz ama iddiaya göre, Lakshmi Nivas elektrik bile olmayan bir köyde yoksul mu yoksul bir çocukluk geçirdi. Dedesi hurda demir ticaretiyle uğraşıyordu. Ellerine o demirlerin pası bulaşan babası Mohan Mittal da aynı mesleği seçti ama bir basamak daha atlayarak. Lakshmi'nin doğumundan birkaç yıl sonra çoluk-çocuğunu aldığı gibi, binlerce kilometre öteye -Hindistan zaten kıta büyüklüğünde bir ülke- Kalküta'ya gitti. Orada bir şirket kurdu ve küçük bir haddehane satın aldı. Şirketinin adını da 'Ispat Industries' koydu. 'Ispat', Sanskritçe'de 'çelik' anlamına geliyor.

TUTKUYLU ÇALIŞIYORDU

Yine ne kadarı gerçek bilinmez ama Lakshmi Mittal'ın yaşam öyküsünde anlatıldığına göre, kahramanımız daha ilk öğrenimden itibaren okuldan çıkar çıkmaz soluğu babasının o mütevazı haddehanesinde alıyordu ve geceyarılarına kadar çalışıyordu. Severek. Tutku derecesinde severek. Baba Mohan Mittal'ın işleri giderek büyürken 1970'lerin ikinci yarısında Hindistan'da sol rüzgarlar esmeye başladı. Özel sektöre pek sıcak bakılmıyordu. Hem işi öğrenmiş, hem de işbaşına geçecek kadar büyümüş olan Lakshmi babasının ağzından girdi, burnundan çıktı ve bir sektör dergisinde yayınlanan "Gelecek vaat eden pazar ve kaçırılmayacak fırsatlar diyarı Endonezya" araştırmasından etkilenip bu ülkede küçük bir fabrika kurmaya ikna etti. Yıl 1976. Kurdular da. Önce şirketi: "Ispat International". Sonra da fabrikayı. Baba, "Burası sana emanet, bana eyvallah" diyerek Hindistan'a döndü. Lakshmi boşuna bastırmamıştı Endonezya'daki fabrika için. Hammadde ucuzdu. İşçilik ondan da ucuzdu. Neredeyse boğaz tokluğuna çalıştırılıyordu insanlar. Biraz da tasarruf tedbiri alınca fabrika kısa sürede Lakshmi'nin beklentilerinin veya hedeflerinin de ötesinde para kazandı. Arada bir atak daha yaptı: Fabrikanın demir ihtiyacını sağlama almak için Trinitad-Tobaggo'da iflasın eşiğindeki bir kamu madenini ölmüş eşek fiyatına kapatmayı başardı. Bu beyninde "sihirli formül"ün ampulünü yaktı: Kazanmak için hep büyümek gerekiyordu. Büyümek için de kelepir işletmeleri ucuza kapatıp adam etmek. Yani en ileri teknolojiyle donatmak. O kadar değil; ikinci ampul de yanıp sönmeye başladı: Uyanan iki devin, Çin ve Hindistan'ın demir-çelik talebinde patlama olacağını da sezdi. Bu hamlesini 1988'de ABD'de, Chicago yakınlarındaki bir fabrikayı satın alması izledi. Devam edelim. Lakshmi, ABD'den sonra Meksika'da da bir tesis alınca, Mittal ailesi karıştı. Sonunda baba Mohan Mittal bir imparatorluk diyemesek de Hindistan demir-çelik sektöründe küçümsenmeyecek bir yere gelmiş olan şirketlerini oğulları arasında paylaştırmaya karar verdi: Lakshmi yurtdışındaki tesislerin, yani 'Ispat International'ın sahibi olacaktı, diğer iki oğlu ise Hindistan'dakilerin ya da 'Ispat Industries'in. Bu uzlaşmayla tam özgürlüğüne ya da dilediği gibi karar verme hakkına kavuşan, "Ispat International"ı kendi adının başharflerinden oluşan "LNM Holding"e çeviren ve merkezini Londra'ya taşıyan Lakshmi, yeni fırsatlar kollamaya başladı. Çok da sıkı bir takım kurmuştu: En iyi Batı üniversitelerinden parlak derecelerle mezun olmuş ve ileri teknolojiyle çalışan fabrikalarda pişmiş kurmaylar, sektördeki tüm şirketlerin kadrolarına fark atacak kadar nitelikli işçiler...

KAZAKİSTAN'LA BAŞLADI
Öyle pek fazla beklemesine, sabretmesine gerek kalmadı. Çünkü Doğu bloku çökmüş, Sovyetler Birliği dağılmış, yeni doğan devletler ellerindeki hantal, teknolojisi eski, sürekli zarar eden demir-çelik fabrikalardan kurtulmanın çaresini arıyorlardı. Lakshmi, Kazakistan'la işe başladı. Nur Sultan Nazarbayev'in ülkesinde, bir tarafı çöl, diğer tarafı Sibirya uzantısı bir yer düşünün. Burası, Karaganda. Stalin'in rejim karşıtlarını sürdüğü yer. Termometre yazları 40 dereceyi gösteriyor, kışları ise eksi 50'yi. Her kilometresine altın yığsalar kimsenin gitmeyeceği bir yeryüzü cehennemi. Ama Lakshmi Mittal gitti. Hem de seve seve. Sektörün ileri gelenleri bu yatırımını "Kafayı yemiş birinin çılgınlığı" diye yorumladı. Ama bugün dizlerini dövüyorlar. Çünkü 900 milyon dolarlık yatırımla teknolojisi yenilenen Kazakistan'daki fabrika altın yumurtluyor: Tüm üretimi daha dumanı tüterken bir taş atımı uzaklıktaki Çin'e gönderiliyor. Sadece o mu? Daha sonra peş peşe imparatorluğuna kattıkları da. Dile kolay, son 5 yılda 20 fabrika satın aldı: Kanada, Polonya, Ukrayna, ABD (4.5 milyar dolar ödeyerek ve "Sıfır işte, çıkarma" sözü vererek ülkenin üçüncü büyüğü "International Steel Group"un sahibi oldu), Fransa, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Almanya, Güney Afrika, İrlanda, Makedonya, Romanya Bu sonuncusunun, yani Romanya'daki operasyonun ilginç bir öyküsü var. Her ne kadar holding merkezini Rotterdam kentine, şirketlerini vergi cenneti Hollanda Antillleri'ne taşımış, grup hisselerini New York ve Rotterdam borsalarına kota ettirmiş olsa da çok sevdiği Londra'da yaşamaya devam eden Lakshmi Mittal, 2001'de Romanya'daki "Sidex" demir-çelik tesislerinin özelleştirilmesi ihalesine katıldı. Çok istiyordu o tesisi ama çok da rakibi vardı. İngiltere'de iktidardaki İşçi Partisi'ne 125 bin pound'luk bağış yaptı. Birkaç hafta sonra Başbakan Tony Blair'den Romanya Başbakanı Adrian Nastase'ye bir mektup gitti. Şöyle diyordu: "Sayın Nastase; Sidex'in özelleştirilmesi ihalesini Lakshmi Mittal'ın kazanmasının Romanya'nın AB üyeliğini büyük ölçüde kolaylaştıracak bir etken olacağını size ifade etmeme izin verin..." O hınzır İngiliz basını bu "nüfuz ticareti"ni ortaya çıkarınca Blair, "Mittal'ın partimize bağış yaptığından haberim yoktu, ben sadece İngiltere'nin ekonomik çıkarlarını korumak istedim" dedi. Blair'in bu yardımına karşılık Mittal'ın geçen yıl İşçi Partisi'ne seçim kampanyasına katkı için 2 milyon pound'luk bir bağış çeki daha gönderdiğini belirtelim.

DÜNYANIN ÜÇÜNCÜ ZENGİNİ
Sıra geldi Lakshmi Mittal'ın, 25 milyar dolarlık servetiyle dünyanın üçüncü zengin adamının (ilk iki sırada 46.5 milyar dolarla Bill Gates ve 44 milyar dolarla Warren Buffett var) özel yaşamının perdesini aralamaya. İki çocuğu var. Bir oğul, bir kız. Oğlu, 29 yaşındaki Aditya, grubun mali işler başkanı. Yani imparatorluğun kasası Wharton Business School (Pennsylvania) mezunu ve son satın alma operasyonlarının ardındaki beyin olduğu söylenen bu delikanlıya emanet. Aditya'nın 1998'de Kalküta'da 4 gün 4 gece süren muhteşem düğünü, solcu Hintliler'in yoğun protesto gösterilerine yol açtı. Grubun üst düzey yöneticileri arasında yer alan kızı Vanisha'yı da dünya binbir gece masallarından farksız düğünüyle tanıdı. Lakshmi Mittal, 2004'te kızı ile Londra bankacılık çevrelerinin "Altın çocuk" dediği Hint kökenli damadının düğününde mekan olarak nereyi seçti biliyor musunuz; Versailles Sarayı'nı! 6 gün 6 gece süren düğün için bin 500 çok özel davetli Paris'e Airbus'larla taşındı. Konukları Kylie Minogue eğlendirdi. Fatura: 60 milyon dolar! Aynı Mittal, dünyanın en saygın yüksek öğretim kurumlarından London School of Economics'e vaat ettiği bağıştan caydı. Nedeni: Kızının giriş sınavlarını kazanamaması! Mittal'ın Hint fakirleri kadar az yiyip içtiği ve düzenli olarak yoga yaptığı söyleniyor, ama bu onun hayatın tadını çıkarmasına engel değil: Londra'da milyarderler mahallesi diye bilinen Kensington Palace Gardens'ta Brunei Sultanı ile Suudi Arabistan Kralı'nın sarayları arasında yer alan bir malikanede oturuyor. 15 odası, 20 araçlık özel parkyeri bulunan binayı Formula-1'in patronu Bernie Ecclestone'dan satın aldı. 110 milyon avroya. Dünyanın en pahalı evi! Rivayete göre artık "Tac Mittal" diye anılan malikanenin yüzme havuzu değerli taşlarla süslendi. Lakshmi Mittal'ın ayrıca Fransa'da bir şatosu olduğunu ve 123 metrelik yatının nefesleri kestiğini ekleyelim. 14 ülkedeki fabrikalarında 165 bin işçi çalıştıran, yılda 60 milyon ton çelik üreten ve iş hacmi 35 milyar dolara ulaşan Lakshmi Mittal geçenlerde (27 Ocak'ta) en büyük rakibi, dünyanın iki numaralı demir-çelik grubu Arcelor'u satın almaya karar verdiğini açıkladı. Teklifi: 18.6 milyar avro. Kıyamet koptu. Avrupa karıştı. Fransa'nın "Usinor", Belçika-Lüksemburg'un "Arbed" ve İspanya'nın "Aceralia" şirketlerinin birleşmeleriyle doğan, yıllık çelik üretimi 50 milyon tonu, iş hacmi 30 milyar avroyu aşan ve fabrikalarında 90 bin kişinin çalıştığı Avrupa'nın gururu bir Hintli'nin mi eline geçecekti? Fransız hükümeti olaya el koydu, Arcelor'un ortakları arasında yer alan Lüksemburg hükümeti bu satışa asla izin vermeyeceğini açıkladı, AB ise rekabet kurulunu harekete geçirdi. Mittal şimdi sabırla suların durulmasını bekliyor. Sonunda kazanacağından emin şekilde. Olayın bizimle ilgisi mi ne? Erdemir'deki kamu hisselerinin özelleştirilmesine hem Mittal katıldı hem de Arcelor. İkisi de açık artırmada çekildi. İhaleyi kazanan OYAK, kuracağı şirkette Arcelor'a pay pay vermeyi düşünüyor. Ama Mittal sonunda Arcelor'u yutarsa, OYAK'a bir Hintli ortak gelmiş olacak. Bir başka değişle Erdemir'de kapıdan dönen Mittal, bacadan girmiş olacak. Sevgili dostum Gündüz Köker yerden göğe haklı; parayı taşa-toprağa değil demire yatırmak gerekiyormuş!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA