Ona hak ettiğinin üstünde güç vehmetmek doğru mu, değil mi; tartışmalı. Ancak son yıllarda sokak muhalefetiyle, "sivil toplum" başkaldırısıyla iktidar, hatta rejim değişikliklerinden söz edildiğinde, tüm işaret parmakları tereddütsüz onu gösterdiğine göre, başının üstünde "hare" ile dolaşan bir demokrasi havarisi olduğu kesin. Aslında doğru mu, değil mi diye sorgulamakla bile etkin, hatta çekinilmesi gereken bir güce sahip bulunduğu "üstü örtülü" ya da eski deyimle "zımmen" kabul edilmiş oluyor. Çünkü onun "parmakladığı" öne sürülen ve her ülkede ayrı bir çiçek ismi taşıyan "demokratik kitle eylemleri" ve de onları izleyen tek tip, fotokopiyle çoğaltılmış izlenimini veren senaryoya dayalı devrimler, yüzde 80, hatta 90 oyla seçilmiş yönetimleri bile -çoğunlukla- kansız biçimde alaşağı etmeyi başarıyor. Böylece o ülkelerin halklarını demokrasiyle tanıştırıyor. Bu işin iyi tarafı.
YAŞLI SİHİRBAZ
Bazen de gölgesi bile, hedef alınan ya da sıranın kendisine gelmesinden korkan rejimleri işkillendirmeye yetiyor; onun "Açık Toplum" vakfının temsilcileri sınır kapısının dışına konuluveriyor. Ardından da vakfın yerli işbirlikçilerini ele geçirmek için insan avı başlatılıyor. Bu da kötü, hatta avın kurbanları açısından acıklı tarafı. Dünyanın hem bir numaralı -ve de en acımasız- para spekülatörü hem de bir numaralı -ve de iyi kalpli- demokrasi savaşçısı George Soros'tan söz ettiğimizi belirtmeye gerek var mı? Komplo teorisi senaristlerinin listelerinde hep baş köşeye oturtulan o yaşlı sihirbazdan... O aslında, Orhan Pamuk'un ünlü ifadesiyle, "Bir kitap okuyup hayatı değişenler"den. Kitabın yazarı Karl Popper'di. Adı da: "Açık Toplum ve Düşmanları." Avusturyalı düşünür bu denemesini 1945'te yayınlamıştı. Hitler'in nasyonal sosyalizminin çöktüğü, Stalin'in halk sosyalizminin yükseldiği yılda. Şöyle diyordu Popper gözlemlerinde: "Nazizm ve komünizm gibi totaliter ideolojilerin bir ortak noktaları var: Kendilerini en yüce, en kutsal gerçeğin tek sahipleri olarak görüyorlar. Yüce gerçeğin, insanoğlunun ulaşabileceği menzilin çok ötesinde olması nedeniyle, iki ideoloji de toplumsal vizyonlarını dayatmak için zaman ayıramayacağını anladı. 1989'da değeri 7 milyar dolara ulaşmış olan Kuantum Fonu'nun sorumluluğunu ortağı Stanley Druckenmiller'e devretti. 1991 sonunda Sovyetler Birliği çöküp on binlerce birinci sınıf araştırmacı kendini sokakta bulunca, Soros 100 milyon dolarlık bütçeyle Uluslararası Bilim Vakfı'nı kurdu. 30 bini aşkın üniversiteliye ayda 500 dolar burs sağladı (O zamanlar onların bir yıllık gelirlerinden fazlaydı), ayrıca 6 bin bilim adamını, tüm masraflarını üstlenip yurtdışındaki konferans ve kongrelere gönderdi.
KURT KADAR VAHŞİ
Gerçi işlerin yönetimini Druckenmiller'e emanet etmişti ama koku aldığında bir kurt kadar vahşileşme yeteneğini yitirmemişti. İşte o kokulardan biri 1992'da burnuna geldi. O yılın ilkbaharında. İngiliz pound'u aşırı değerlenmişti. Fransız frankı ve Alman markı karşısında son 8 yılın en yüksek değerine ulaşmıştı. Tam da o günlerde AB, tek para birimine, yani euro'ya geçme kararı almıştı. Bir analiz yaptı: Pound'un böylesine değer kazanmasında iki etken rol oynuyordu. Birincisi faiz oranlarının yüksekliği, ikincisi de henüz bırakın piyasada, ufukta bile görünmeyen euro'ya karşı duyulan güvensizlik nedeniyle pound'un sığınak işlevini görmesi. Ancak aşırı değerli pound'un İngiltere ihracatındaki yıkıcı etkileri ortaya çıkmaya başlamıştı. Soros bu durumun uzun süre gidemeyeceğini gördü, vadeli işlemler borsasında "satış" emrini verdi. Az-buz değil; 7 milyar dolarlık operasyona girişiyordu. Ve 16 Eylül 1992'de, pound devalüe edildi. "İngiltere Merkez Bankası'nı batıran adam" diye manşetlere çekilen Soros, o operasyonda 2 milyar dolar kazandı.
MALİ DEPREM MİMARI
5 yıl sonra, 1997'de, aynı senaryoyu bu kez Güneydoğu Asya'da sahneledi. Tayland'dan Malezya'ya, Güney Kore'den Endonezya'ya kadar birçok ülkede mali depreme yol açtı. O kadar ki, dönemin Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed onu insanların kanını emen vampire benzetti. Tabii yine birkaç milyar dolar daha yazdı kazanç hanesine. Eh, tükenmesi mümkün olmayan kaynağa sahip olduğuna göre Doğu Avrupa'da ve Asya steplerinde demokrasiyi yayma misyonuna hem daha çok vakit hem de daha çok para ayırabilirdi. Karl Popper'in "Açık Toplum" teorisini tüm ayrıntılarıyla hayata geçirmeyi hedef edindi: Totaliter zorunlu, hatta kaçınılmaz olarak baskıya, şiddete başvuruyorlar. Bu totaliter rejimlerin karşısına konabilecek bir seçenek var. Gerçeğin kimsenin tekelinde olmadığı bir seçenek. Farklı bireylerin değişik görüşleri taşıdığı, bu farklılıkların, bu çeşitliliğin barış içinde bir arada yaşamasını sağlayacak kurumların gerektiği bir seçenek. Yurttaşların haklarını o kurumlar koruyacak, ifade ve tercih özgürlüğünü yine o kurumlar güvence altına alacak. Bu toplumsal örgütlenmeye bir ad koymak gerekirse, Açık Toplum diyebiliriz." Popper'in bu toplum modelinin Soros'u derinden etkilemesinin haklı bir nedeni vardı: İki rejimi de tanımıştı. Bizzat yaşayarak. Burada izninizle artık alıştığınıza inandığımız o geniş paragraflardan birini açma zamanı geldi. (George Soros -alın size komplo teorisyenlerinin balıklama atladıkları bir bilgi daha- Yahudi. 1930'da Macaristan'da dünyaya geldi. Aslında ailesi köklerinden öylesine uzaklaşmıştı ki, hiç çekinmeden tatillerini geçirmek için Hitler Almanyası'na gidiyorlardı. Ancak İkinci Dünya Savaşı'nda Macaristan'da önce Hitler yanlılarının iktidara gelmesi, ardından Hitler ordularının ülkeye gelmesiyle Soros, nazizmin ne olduğunu öğrendi. Çevresindekilerin neredeyse tümünün toplama kamplarına gidip dönemedikleri o yıllarda, hayatta kalmasını mucizelere borçluydu.
LONDRA'DA EKONOMİ OKUDU
Naziler'in tarih sahnesinden silinmesinden sonra yerlerini komünistler aldı. O rejimde de iki yıla yakın yaşadı Soros. Daha sonra bir yolunu bulup İngiltere'ye kapağı atmayı başardı. Yıl 1947. Henüz 17 yaşında, -anasız- bir ana kuzusuydu İkinci Dünya Savaşı'nı kazanan Sir Winston Churchill'in halkoyuyla iktidardan uzaklaştırıldığı o yıllarda Soros, Londra Ekonomi Okulu'na kaydoldu. Popper'le -kitaplarındantanışması yine o yıllara rastladı ve siyasal tercihlerini belirlemesinde olağanüstü bir etki yaptı. Bugün bile Soros'un Popper izlerini ya da alıntılarını içermeyen bir söylevini, bir makalesini, bir kitabını bulamazsınız; çünkü yok. Öğrenim masraflarını önce Londra Garı'nda hamallık yaparak karşılamaya çalıştı. Sonra bir şirkette ticari temsilci oldu. Daha sonra da stajyer olarak bir bankaya girdi. 1955'te bu tür küçük işlerle mutlu olamayacağını anladı. Felsefeyi, Popper ideallerini -geçici olarak- bir yana bıraktı, zengin olmanın yollarını aramaya karar verdi. İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıntılarını bile tam olarak kaldıramamış İngiltere'de hayallerini gerçekleştirmesi mümkün değildi. Ver elini Amerika. New York'a gitti. Orada kısa sürede sermaye hareketleriyle, yani başkalarının parasını New York, Londra, Paris, Tokyo arasında sürekli gezdirerek servet sahibi olabileceğini anladı. Ancak bu projesini hayata geçirmek için hem zamana ihtiyacı vardı hem biraz birikime hem de çevreye. Wall Street'te bir bankada kambiyo memuru olarak çalışmaya başladı. 1960'da vaktin geldiğini anlayıp istifayı bastı. 5 yıl boyunca biriktirdiklerine, edindiği çevreden kendisine güvenenlerin desteğini katıp bir yatırım fonu kurdu: Kuantum Fonu. Hem yöneticisiydi 4 milyon dolarlık o fonun hem de en büyük ortağı. Kuantum Fonu öyle hızlı büyüyüp zenginleşti ki, 1993'teki bilançosunun kar hanesinde dokuz sıfırlı rakam yazıyordu. Bir başka deyişle, bir milyar doların üstünde kazanç.
KALP KRİZİ DERS OLDU
Soros'un para sihirbazlığının ulaşılması imkansız sınırlarını anlatmak için bir örnek verelim: Bırakın kuruluş yılını, ondan 10 yıl sonra, yani 1970'de Soros'a sadece 1000 dolarını teslim eden bir yatırımcı, bugün 4 milyon doların üstünde servete sahip oldu. 1 milyar dolar karın kazandığı dönemde Soros daha marifetlerinin tam olarak sergilememişti bile. Yani ne sterlini çökertmesi vardı ne Asya krizini tetiklemesi... Soros 1979'da bir gün Londra'da yürürken göğsünün sıkıştığını hissetti; soluk alıp vermekte zorlanıyordu. Kalp krizi geçirdiği, hayata veda etmek üzere olduğu korkusuna kapıldı. O anı daha sonra şöyle anlatacaktı: "İnsan hayatı böylesine pamuk ipliğine bağlı olduğuna göre, servetimin benden sonra bir işe yaraması gerektiğini düşündüm." O tarihte kişisel mal varlığı "sadece" 30 milyon dolar kadardı. (Bugün 7 milyar doların üstündeki servetiyle ABD'nin en zenginleri listesinde 28'inci sırada yer alıyor.) Söz yine onun: "Tüm ihtiyaçlarımı karşılayacak, hatta harcaya harcaya bitiremeyeceğim bir servetim olduğu, artık ondan başkalarının da yararlanması gerektiği kararına vardım." Londra sokaklarındaki o kalp spazmından, "Açık Toplum Vakfı" doğdu. Vakfın ilk hizmeti Güney Afrika'nın siyah öğrencilerine burs sağlamak oldu. Ama işin keyfini, başını doğduğu topraklara ve ötesine çevirince çıkarmaya başladı. Yani Orta Avrupa ve Rusya'ya, pardon o dönemdeki adıyla Sovyetler Birliği'ne. 200 bin dolarlık bağış bütçesi hazırladı. O paranın önemli bölümüyle Macar üniversitelerinde pazar ekonomisini anlatan el kitapları dağıtıldı. Bu program sonrası Macaristan'da Soros Vakfı doğdu. Birkaç yıl sonra 24 ülkede benzerleri kuruldu, ondan birkaç yıl sonra 35'e çıktı sayıları. Şu sıralar 50 kadar ülkede faaliyet gösterdiği söyleniyor. Maaşallah. Macaristan'daki vakıf yavaş ama emin adımlarla çalışma alanını genişletti. Örneğin üniversitelere fotokopi makineleri bağışlamaya başladı. Bu makineler bir süre sonra yeraltı basınının çoğaltılmasını sağlayacaktı. Ardından Sovyetler Birliği'ne atlayacak, "Samizdat" denilen, rejim muhaliflerinin daktiloyla hazırladıkları gazeteleri kitlelere ulaştıracaktı. Hedef büyüdükçe hem vakıf hem de mali imparatorluğuna yetişemeyeceğini, ikisine de yeterli rejimlerin karşısına sivil toplumun gücünü çıkarmak. Dağılmış, parçalanmış, iç savaşların ve soykırımların pençesinde can çekişen Yugoslavya'dan başladı. Bugün Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmakta olan Slobodan Miloseviç'in sonu anlatmayı gerektirmeyecek kadar taze. Ardından Gürcistan'da Eduard Şevardnadze'nin çöküşü de. Onun ardından Ukrayna devrimi de. Onun da ardından Kırgızistan'da Askar Akayev'in birkaç saatlik protesto gösterilerine bile dayanamayıp soluğu yurtdışında alması da. Bu gül, karanfil, portakal ve limon devrimlerinin kahramanları onun isimsiz gençleriydi. "Uluslararası demokratik devrim tugaylarının komutanı" Soros'un bir bölümü gönüllü, bir bölümü paralı askerlerden oluşan lejyonları... Tabii bir de görünmeyen kahraman vardı: Soros'un parası. Deniyor ki, Miloseviç'i devirmek ona 50 milyon dolara mal oldu. Gürcistan'ın faturası daha sınırlıydı: 15 milyon dolar kadar. Ukrayna tuzluya patladı: 100 milyon doların üstünde. Kırgızistan "devrimi"nin masrafları makul düzeyde kaldı: Sadece 10 milyon dolar. Soros'da para çok. Gözlerini ufka dikmiş demokrasinin görünmesini bekleyen ülke de... O nedenle yeni sürprizlere hazırlıklı olun. Hatta kimsenin düşünmeye bile cesaret edemediği "güçlü"ülkelerde bile. Örneğin, bugün değilse bile yarın, yarın değilse bile öbürgün Rusya'da neler olabileceğini kim tahmin edebilir?
TEK DÜŞMANI BUSH
"Elbette benim de bir dış politikam var" diyordu üç yıl önce verdiği demeçte. Ve bu "politika" nın hedefini şöyle özetliyordu: "Dünyanın vicdanı olmak." Soros gerek spekülatör, gerekse demokrasi havarisi olarak el attığı her ülkede amacına ulaştı. Ama vatandaşı olduğu ülke hariç: Geçen kasımdaki başkanlık seçimlerinde "Dünyamız için en büyük tehlike" dediği Bush'u deviremedi. Neredeyse tüm servetini feda etmeyi göze almasına rağmen. Eeee... El elden üstün. Soros'un milyarlarca doları ve demokrasi cengaveri gençleri varsa, Bush'un da Neo-Con'ları var. Daha da önemlisi, "beynimin yarısı" dediği, tek tek her Amerikalı'nın kime oy verecekleri bir yana, ne düşündüklerini bile sezen, hatta bilen müthiş danışmanı Karl Rover'ı var.