ULUSLAR sadece yemeklere sahip çıkmada birbirleriyle gizli ya da açıktan bir mücadele içinde değiller. Ayrıca bu sahiplenme yalnız bizim bölgemize özgü de değil. Sanatçı ve düşünürlerin paylaşılmasında da aynı milli kıskançlığın karşımıza çıktığını görüyoruz. Beethoven'i hem Almanlar hem Avusturyalılar sahiplenir. Kısa yaşamı boyunca Avrupa'nın bir ülkesinden ötekine yolculuk yapan, gittiği ülkelerin saraylarında konserler vererek, yeni beste siparişleri alarak bütçesini denkleştirmeye çalışan Mozart ise belki de en paylaşılamayan sanatçı. Yaşadığı dönemde ünü bugünküyle kıyas edilemeyecek Mozart, bugün doğumunun 250. yılında dünyada anılırken Almanya'dan Avusturya'ya, Çek Cumhuriyeti'nden İtalya'ya dek hemen her Avrupa ülkesi onu kendi kültürünün vazgeçilmez parçası gibi görüyor. Örnekler bu kadar da değil; Kafka hem Çekler'in hem Avusturyalılar'ın gurur kaynağı. Haydn'ı Avusturyalılar kadar İngilizler de kendilerinden sayar. Çünkü onlar gibi niceleri ya bir belli bir süre ülkenin sınırları içinde yaşamış, o ülkenin dilinde eserler vermiştir. Ya da eserlerini, yaşadıkları ülkedlerde ortaya koymuşlar, o ülkelerin hepsinin kültür zenginliğine katkıda bulunmuşlardır. Müziği, bestecilerinin ırkına göre değerlendiren Hitler zihniyetini ne kadar kınıyorsak, yemekleri bugünün ulusal sınırları içine sıkıştırmaya kalkışan zihniyetleri de kınamalıyız.