1960'lı yıllarda Avrupa'da Türk beyaz peyniri bulma imkanı yoktu. Yunanistan'dan ithal edilen, "feta" peyniri adıyla, yağsız, satın aldıktan iki gün sonra kireç gibi kuruyan bir beyaz peynir getirilirdi. Bizim gibi beyaz peynirsiz kahvaltı düşünemeyen Türkler için o bile bir tür şölen sayılırdı. Yalnız Yunanlılar ve Türkler değil, değişik tatlara açık, farklı lezzetlere kolayca uyum sağlayan Avrupalılar da bu feta peyniri yemeye başladılar. O aralar Zorba filminin de estirdiği rüzgarla Yunan tavernaları arttı, içine beyaz peynir parçaları serpilmiş çoban salatası da "Yunan salatası" adıyla Avrupalılar'ın mutfak kültürüne girdi. Türk işçileri 1963'den itibaren, başta Almanya olmak üzere, savaştan çıktıktan sonra hızlı kalkınma temposunu gerçekleştirecek işgücünü bulamayan diğer ülkelere "konuk işçi", Gastarbeiter olarak akın ettiler. Sayıları hazla artan Türkler bir süre sonra Yunan peynirini içlerine sindirememeye başladı. Bizim beyaz peynirlerimiz de birbiri ardından ortaya çıkan Türk bakkallarına gelmeye başladı. Bu pazarın cazip olduğunu keşfeden Danimarka ve Almanya'nın nispeten daha kaliteli koyun yetiştirilen kıyı bölgelerinde de Balkan beyaz peynirinin taklitleri yapılıp yine "feta" peyniri adıyla pazarlandı. Yunanlılar Avrupa Birliği'ne girmeye hazırlandıkları günlerden itibaren tarım ürünlerini denetim altına almaya ve tescil ettirmeye büyük önem verdiler. Bu arada Avrupa'da kökeni neresi olursa olsun, beyaz peynir için genel isim haline gelen feta peynirlerine sahip çıkmanın ilk adımını 1994 yılında attılar. İki yıl sonra da bu peynirin kökeninin Yunanistan olduğu, AB yetkili makamları tarafından onaylandı. Ancak Avrupa'nın diğer ülkelerinde, özellikle İngiltere, Fransa, Danimarka ve Almanya'da bu karar tepki uyandırdı ve yasal mücadele başlatıldı. Onlar, feta'nın salamura içinde olgunlaşan koyun ya da inek ya da keçi sütünden yapılmış beyaz peynirlerin tür adı olduğunu ve Yunanistan'a mal edilemeyeceğini savunuyorlardı. Bizse, bütün bu olup bitenlerden habersiz, kendi beyaz peynirlerimizi Avrupa'nın Türk bakkallarında satmaya devam ediyor, ağzının tadını bilen yabancılar da diğer feta'lara bizim daha lezzetli peynirlerimizi tercih ediyordu. Geçtiğimiz hafta Avrupa Yüksek Mahkemesi nihayet kararını açıkladı. 2007 yılından itibaren sadece Mora Yarımadası'nda üretilmiş koyun sütünden yapılmış beyaz peynirler AB içinde bu isimle satılabilecek. Böylelikle Yunanistan da halen yılda 115 bin ton olan beyaz peynir ihracatını meydanı boş bularak katlayacak.
TESCİL YENİ DEĞİL
Kuşkusuz ürünlerin kökenlerinin tescili ve korunması yeni değil. Çedar'dan parmesana, rokfora dek peynirler, biz ne kadar aynı adı iç pazarımızda kullansak da yurt dışına o adla satamayacağımız kalamata zeytini, hemen her ülkede köpüklü şarap üretilse de sadece Champagne bölgesinde yapılan şampanyalar gibi, daha nice ürünün kaynağı korunma altına alınmıştı. Ancak feta'da durum, Avrupa'nın karara itiraz eden ülkelerinin öne sürdükleri gerekçelerde belirtildiği gibi, farklıydı. Çünkü bu peynir geleneksel olarak sadece Yunanistan'da üretilmiyordu. Yunanca feta olan adı bile 17. yüzyılda İtalyanca "fetta"dan alınmıştı. Böylesine geniş bir bölgenin geleneksel peynirini tek bir ülkeye mal etmek yanlıştı. Açıklanan karar şu sıralar Avrupa dışında da özellikle Avustralya ve Amerika'da da haksız bulunuyor ve tartışmalar Avrupa dışında da devam ediyor. Ama artık olan oldu. Feta Yunanlıların; biz kendi peynirimizi bize yakışan biçimiyle, kalitesiyle ve "beyaz peynir" adıyla tanıtmanın yollarını arayalım. İyi hoş da hangi beyaz peynirimizin? Yunanlılar, konuyu 1994'te Avrupa makamlarına taşımadan çok daha önce, kendi ülkelerinde beyaz peynirin nerelerde yapılabileceğini, hangi niteliklerde olması gerektiğini kurallara bağlamışlardı. Ancak bundan sonra onu Avrupa'ya kabul ettirmek için yola çıktılar.
STANDARDA UYAN YOK
Bir de bizim beyaz peynirimize bakalım. Her ne kadar en iyi beyaz peynirin Edirne çevresi ve özellikle de Ezine'de yapıldığını ev hanımlarımız deneyimlerinden bilip, ona göre alışveriş etseler de Türkiye'nin her yanında, her sütten yapılmış benzer peynirlerin üzerinde de "beyaz peynir" yazılır. Bir tattığınız peynirin tadı ve kalitesi bir başkasına benzemez. O zaman hangi beyaz peynirden söz edeceğiz? Yanılmıyorsam, Türk Standartları Enstitüsü 1995 yılında beyaz peynirin de standartlarını ortaya koymuş. Ama kim bunları uyguluyor, kim denetleyip gereğini yapıyor? Başka yerlerde o malın en iyisini yapan üreticiler bir araya gelir, kendi bölgelerini öne çıkaran bir "apelasyon" oluştururlar. Böylelikle de üstünlüklerini herkese açıkça ilan ederler. Bizde ise üretici sıfatını hak etmeyenler de, kaliteden çaldıklarını fiyatta indirime giderek ürüne yansıtıyor, haksız rekabet yaratıyorlar. Etkili kontrol da olmayınca tüketici lezzetten yoksun, hatta belki de sağlığa zararlı ürünü fiyatını daha makul bulduğu için satın alıyor. Buna ne yazık ki en büyük marketler de göz yumuyor. Geçtiğimiz aylarda Yunanistan'dan gelen bir grup yemek uzmanı ile birlikte oldum. Aralarında bir de tescil firması sahibi vardı. Onun anlattığına göre, halen Yunanistan'da ulusal, yöresel ne kadar ürün varsa, hepsi bir standarda kavuşturuluyor, tescil ettiriliyormuş. Hatta iş, örneğin bir aşçının kendi buluşu olan yemeklerin bile onun adına tescil edilmesine kadar varmış. Bizde bu işlerin henüz gündeme gelmediğini öğrenen açıkgöz Yunanlı, burada bir ortak bulup benzer bürolar açmayı planlayarak Türkiye'den ayrıldı. Aslında haklı. Çünkü İster Avrupa Birliği'ne girelim, ister giremeyelim, iç pazarda ya da dışarıda ticaret yapmak istiyorsak, her ürünümüzün standardı olmalı. Aralarındaki kalite farkları, üretildikleri yörelere, hatta tarlalara kadar inilerek belirlenmeli. O zaman iyi ürünü olan hak ettiği parayı kazanacak, haksız rekabet ortadan kalkacak, biz tüketiciler kazıklanma hissine kapılmadan, beklentilerimizin karşılığını bulabileceğiz. Haberi duyduğumda ilk tepkim, "Danimarka ve Almanya'yı bilmem ama eğer biz beyaz peynirimizi bugüne dek feta adının arkasına sığınarak pazarladıksa, bu bizim ayıbımız", demek oldu. Kendi ürünlerimize, adıyla sanıyla sahip çıkalım. Yoksa yakında Yunanlı komşularımızın cacıktan musakkaya, Grek kahve adıyla Türk kahvesinden dolmalara kadar ne kadar ürünümüz varsa, hepsini yasal kılıfına uydurup tescil ettirmeleri ve onların asıl sahipleri olan bizi taklitçi kademesine indirmeleri işten değil.