Geçen gün vapura biniyorum. Baktım bankonun üzerine küçük kitaplar koymuşlar. Kitap ya illa bakacağım. Üstünde Vapurlarda Yaşatılanlar yazıyor. Bir tarafında Galatasaray Üniversitesi'nin, diğer tarafında İDO'nun amblemleri... Uzanıp aldım, Kadıköy'den Beşiktaş'a yol uzun nasıl olsa... Kitap, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmış. Daha ilk sayfalarda gözüm siyah-beyaz bir fotoğrafa takıldı. Dört gazeteci yan yana. Gencecik pırıl pırıl; Rahmetli Adem Yavuz, Yazgülü Aldoğan, Gül Önet ve Füsun Özbilgen... O yıllar ne çabuk da geçmiş, bu ne güzel bir hatıra... Füsun kardeşimin nefis bir saptaması var yazısının hemen başında. Gerekli yerlere verdiğimiz vesikalık fotoğraflar, belgelerden bahsediyor... Sahi her yere ama her yere durmadan vesikalık fotoğraflar, belgeler veririz. Gelgelelim gerektiği zaman ilaç için olsun bir tane bile bulunmaz. Ne yaparlar onca resmi, belgeyi, nerede kullanırlar bilinmez. Böyle her şeyin kolaylıkla kaybolduğu bir ülkede, belgesel bir çalışmanın, araştırmanın zorluğunu bilirim. Onun için diyorum ki; çocuklar çok güzel bir iş çıkarmış. Onlara da fikri-görevi veren Özbilgen'e de helal olsun. Kitapta vapurlara isimlerini verenler tek tek işlenmiş. Bazılarını biliyordum, hatta şahsen tanıyordum, arkadaştım da; Barış Manço gibi... Gündüz Aybay gibi bazılarıyla da vapurlara konulmuş tanıtım yazılarıyla tanışmıştık. Ama yine de tek tek okudum hikâyelerini. Kim olduklarını, neler yaptıklarını... Üzerlerinde düşüne düşüne... Kocatepe olayını bir kez daha hatırladım. O olay olduğunda, yani Kıbrıs harekâtında yedeksubaydım. Monte Carlo radyosundan duymuştuk ilk önce, kendi gemimizi vurup askerlerimizi denize döktüğümüzü... Albay Karaoğlanoğlu'nun şehit düştüğü top mermisiyle devre arkadaşım, can dostum Asteğmen Mehmet Örs de yaralanmıştı ciddi şekilde. Rum'un yapamadığını sonradan trafik canavarı yapmıştı Örs'e. Bu arada ona da rahmet okudum. Rahmetli Adem'in yazısındaki Ergin Konuksever'in resmine baktım uzun uzun. Babıali hiç kıymet bilmiyor. Babıali bilmiyor, ama birileri hiç değilse ölenlerimizin kıymetini bilmiş, arkalarından isimlerini vapurlarımıza vermiş. Sonra aklıma bu 'arkalarından' meselesi takıldı. Neden insanların kıymetini onları kaybettikten anlarız acaba? Neden, neden? Hıncal Uluç yazmıştı. Adam, bir yakınının cenazesinde durmadan "Onu çok seviyordum," diye ağlıyormuş. Dayanamayıp "Anladık da neden bu kadar çok tekrarlıyorsun?" diye sormuşlar. "Bunu yaşarken ona bir kere bile söyleyemedim ki..." diye cevaplamış. Vapurlarımıza isimleri verilenlerin ortak noktası, bu vatanı çok seviyor olmaları... Bu vatan da onları çok seviyor şüphesiz. Haydi şehitlerimize sonradan isminin verilmesini anlıyorum, ama bazı değerlere bunu yaşarken yapabilsek daha iyi olmaz mı? Yani bu vatan, hayırlı evlatlarının yüzlerine yaşarken "Seni çok seviyorum, biliyor musun?" diyebilse... İstanbul'a 11 yeni vapur yapılıyor. Bunlara İstanbul'un, Türkiye'nin hayırlı, toplum için çalışan, bir şeyler veren üreten insanlarının isimlerini versek ne kadar iyi olurdu. Şahsen ben, Sadun Boro üstadımızın, ağabeyimizin ismini bir vapurumuzun üzerinde görmenin tüm denizcilerimizi gururlandıracağını biliyorum. Hep üreten, hep öğreten, bu yaşında bile hepimize yol göstermeye çalışan biri bunu sağlığında hak etmiyor mu? Daha başkaları da var gönlümde. Başka denizci büyüklerimizin isimleri; Necati Zincirkıran gibi, Teoman Arsay gibi komodorlarımız, yazıp çizip koşturan, yol gösteren usta denizcilerimiz... Oktay Sönmez gibi yazarlarımız var... Şimdi "Birini hallettin de ikincisi, üçüncüsü eksik kaldı," diyeceksiniz. Ama bunlar İstanbul vapurları... Bu isimler de denizci hem de İstanbul'un yetiştirdiği denizciler... Onlar İstanbul'u, İstanbul da onları çok sevmiyor mu?