Teknemi, Marmaris'te karaya çekeceğim ama hastalık, iş derken, bir türlü vakit ayıramadım. Lodos fırtınaları, sel baskınları peş peşe gelmeye başlayınca kardeşim dayanamadı, "Benim kaptanları Akyarlar'a yollayayım da götürsün,'' dedi. Internete baktık, 13 Kasım öğleden sonraya kadar sıkı lodos fırtınası var. Arada 20 saatlik bir kesinti yapacak sonra yine fırtına. O arada fırlayıp götürebilirler. Yani zaman kıtı kıtına ama yeterli... Adamlar salı sabahı Bodrum'a ulaştı, hava düşer düşmez yola çıkacaklar. "Teknemde yakıt var ama yol uzun, takviye yapalım," dedim, "Bodrum'a girip yakıt alın. Oradan devam edersiniz." "Ağabey Bodrum içeride kalıyor, çok zaman kaybederiz. Turgutreis'ten alalım," diye itiraz ettiler. Öğleden sonra bir telefon, "Mazot yok!" Nasıl yani. Koskoca istasyonda bu devirde mazot nasıl bulunmaz? "Yok tanker yoldaymış da... Gelemeyebilirmiş de... Başkasından alamazlarmış da..." Bir anda vaziyeti kavradım. Bir yıldan fazla oluyor, deniz istasyonlarını EPDK'nın ne yapacağını bilememesi nedeniyle kapattığını yazmıştım. İşin sonraki kısmı benim için tam bir kâbus oldu. Konuşmalar aynen şöyle: - Tanker bulup getirelim. - Olmaz, cezası var. Kaptana "Bidon bulun, bidonla taşıyalım," talimatı verdim. Nalburdan bidon alındı. Biraz sonra bir telefon, "Mazot alacağımızı duyunca, taksiler bizi kabul etmedi." Araya taraya bir arkadaşımı buldum. Rica ettim. Otomobiliyle gitti. Bu arada zaman geçiyor. Bir telefon daha. "Bidonla yakıt yasakmış". Saatime baktım. Hemen yola çıkarlarsa bile zar zor yetişecekler, yoksa internette en az dört gün fırtına göründüğü için mahsur kalacaklar. Yakıtının da... İzninin de... Sonunda tam üç saat gecikmeyle yola çıktılar. Her saat başı konuşuyoruz. Ertesi sabah 10.00 civarında Selam Kaptan'ı aradım. Çaldı çaldı açılmadı. Diğer Kaptan Özgür'ün telefonunu uzun uzun çaldırdım, yine cevap yok... Sonunda 14.30'da Yat Marin'e ulaşıp aradılar. Akşam üzeri "Geçmiş olsun," diye kardeşim aradı. Yolun son dört saatinde öyle bir hava yemişler ki inanılır gibi değil. Bizim mazot peşinde geçirdiğimiz üç saat, ölçüp biçmiş gibi tam fırtınayı yedikleri zamana rastlıyor. Bu kurumlar, ülkeye hizmet için varlar. "Kuralsız, nizamsız iş yapılsın," diyecek değilim. Ama altını çize çize tekrarlıyorum; "Dünyanın en mükemmel tesislerine bulunan kusurlar yıllarca çözülemiyorsa herkesin sorumluluğu vardır". İstanbul Kalamış'taki benzinci iki yıldır hizmet veremiyor. Altın Yunus, Kuşadası da öyle. Kapalı olmayanlar da tehdit altındalar... Turgutreis'dekinin durumu tam komedi. İstasyonun ruhsatı kara ruhsatıymış da ihrakiye olmadığı için denize satış yapamazmış. İhrakiye yanlış bilmiyorsam vergisiz satış müsaadesi. Ben vergisiz istemiyorum ki... Aynı pompadan otomobile verebilirsin, tekneye hayır. Ya da tam tersi!.. Allahım sen aklıma sahip ol. Nedir bu giderilemeyen eksiklik kardeşim, nedir yani? Sağa sola sorarak bir yönetmelik hazırlamaktan aciz misiniz? Güya vatandaşı korumak için "Kaşının üstünde gözün var," diye ruhsatlara el koy. Millet döke saça otomobille teknesine benzin, mazot taşımak zorunda kalsın. Bravo valla... Bir sıkıntı haftalarca, aylarca, yıllarca sürüyorsa bu normal değildir. Ya karar merciindeki insanlar gerekli refleksi, basireti gösterebilecek yapıda değillerdir ya daha da kötü ihtimal belki de amatör denizcilerden nefret ediyorlardır. "Bana ne yahu," demek de başka bir sorumsuzluk örneğidir. Bu yaşananların normal olduğunu söyleyebilen varsa, istediği yerde tartışırım. Haydi bizim boynumuz kıldan ince. Devletimiz ne derse yaparız, bire beş vergi veririz, her istenilene katlanırız. Ama yabancı yatçılar bunu sineye çeker mi? Ne bir daha buralara uğrar ne de eşini dostunu gönderir. İşin bu bölümünü de haftaya yazacağım. İnanamayacaksınız...