Yağmurlar, dolular, sulu karlar yağdı. Hava dondurucu derecede soğuktu. Gökyüzü kapalıydı. Sokaklarda Paskalya tatili nedeniyle in cin top oynuyordu. Mağazalar, hatta kafeler, pastaneler, lokantalar kapalıydı, işim çoktu ama ben gene de Paris'teydim, işte. Kesinkes şıklığın başkenti olan bu müzekentte nihayet ertesi gün hava açtı, insanlar kötü hava nedeniyle kapalı kaldıkları evlerden çıktılar. Gerçi iş günüydü ama Fransızların pek çalışmakla ilgisi olmadığı için kendilerini kafelerin, lokantaların teraslarına attılar. Paris yeniden bir kuş gibi uçmaya başladı. Bin bir yemek, ışıkları yanan vitrinlere sıçramış bahar giysileri, alımlı kadınlarla Paris kendisine geldi. Geçen yıl haziran ayında başlama törenine katıldığım Fransa'daki Türkiye Mevsimi'nin kapanışında da oradan olmaktan memnundum. Böylece uzun bir maraton tamamlandı. Yıllar önce, 1990'larda şimdi çok sorunlarımızın olduğu o ülkeye Kültür Bakanlığı Danışmanı olarak Les Belles Etranger isimli bir program götürmüştüm. Fransızlar Türk edebiyatını kendi ülkelerinde, topraklarında tanımak istemişlerdi. Bu defa sadece edebiyat değil, kültürün her yanı, yönü, yüzü Fransa'da gösterildi. Kapanış dillere destan Versailles Sarayı'nda sergilenen Müsenna operasıyla oldu. Hiç öyle, bu tür şeylere ne gerek var, kimi kime tanıtıyoruz türünden sözleri etmek pek anlamlı değil. Bu Türk Sezonu olmasaydı, önce Cumhurbaşkanı Gül, sonra Başbakan Erdoğan oraya gitmeseydi ne Sarkozy Türkiye'ye gelmeyi kabul ederdi ne de bugünkü ilişkiler düzelirdi. Bozuk ilişkilerle devam etmekte yarar aramak ise aklın alacağı şey değildir. Şunu açık söyleyeyim: Sarkozy Türk Sezonu ile başlayan basınca dayanamayıp çökmüştür. Bu işlerin böyle yararları var işte. Buradan hareketle öteden beri üstünde düşündüğüm birkaç noktaya değineyim.
MÜŞAVİRLER MÜNAKAŞASI
Bu programı İKSV düzenledi. Vakfın başında bulunan Görgün Taner büyük emek, çaba, özveri koydu ortaya. Onun çağdaşlık duygusundan program çok şey kazandı. Buna Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'ın duyarlılığını ve desteğini eklemek gerekir. Bu gerçekle bakınca dış ülkeler, tanıtım, Türk kültürü gibi kavramlar yepyeni boyutlar kazanıyor. Türkiye dış ülkelerde kültürünü 'Kültür Müşavirleri' aracılığıyla tanıtıyor. Kabul etmek gerekir ki, bu çok önemli ama çok sınırlı bir model. Sınırlılığı müşavirlik yapan bürokratların doğasından kaynaklanıyor. Çok özel yetenekleri, birikimleri yoksa bürokratlardan büyük katkılar beklemek zordur. Fransa'nın efsane edebiyatçısı, kültür adamı ve Kültür Bakanı Andre Malraux İtalya'ya bir tür müşavir olarak gelmiş geçmiş en büyük ressamlardan Balthus'u göndermişti. Bizden de bir dönem şair Melih Cevdet Anday Paris'te Milli Eğitim Müşavirliği yaptı. Fakat bunlar istisnaidir. Bakanlık temsilcilerinin kültürel tanıtım, kültürel işbirliği bakımından yapabilecekleri, kim ne derse desin, genel olarak mahduttur. O zaman geriye başka bir model kalıyor. Bakanlık müşavirliklerini ya resmi, bürokratik işler için tutup asıl çalışmaları şimdi olduğu gibi bu işin temeli sağlam kurumlarına vermek ya da müşavirlikleri de sözleşmeli hale getirip, hele Paris, Londra, New York, Roma gibi merkezlere bu işin hakiki erbabını göndermek. İkincisi bu tanıtım meselesi. Çok güzel, çok başarılı, çok verimli bir 'sezon' geçirildi. Temas ettiğim herkes bu konuda hemfikir. Fakat bu iş burada kalmamalı. Bir kere kültürün tanıtımdaki önemi bilinmeli ama kültür tanıtıma indirgenmemeli. Sadece o düzeyde tutulmamalı. Türkiye'nin başta görsel sanatları olmak üzere, sineması, edebiyatı hiç öyle yabana atılacak, görmezden gelinecek bir düzeyde değildir. Onu çok daha agresif bir anlayışla desteklemek gerekir.
NEYİ, NASIL TANITMAK?
Bu başlı başına bir model, yaklaşım ve anlayış değişikliği demektir. Çok daha büyük bütçeler demektir. Yeni bir bilinç ve kadro demektir. Devlet 'resmi' kültür politikası üretmemelidir. Ama devletin özgürce, demokratik bir biçimde üretilmiş çağdaş kültürü de, geçmiş birikimi de tanıtmak demeyeyim de dışarıya taşımak zorunluluğu, yükümlülüğü vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığı varsa bunun için vardır. Fransa'ya her yıl gelen turist sayısı ortadadır ve bunların % 80'i oraya kültürel nedenlerle gelmektedir. Bugün kültürden geçmeyen bir turizm anlayışı artık yeryüzünde mevcut değil.
BATIYA BATIYI GÖTÜRMEK
Sadece bir örnek vereyim. Biz Batı'ya hep Doğu'yu ve onunla bütünleşmiş kendimizi götürmek istedik. Belki ilk defa bu defa bir Bizans sergisi düzenledik. Bu yerden göğe kadar hakkımızdır bizim. Ama şöyle düşünelim. Anadolu'nun bırakalım güneyini ve kuzeyini, batısında yer alan antik Yunan kültürü birikimi Yunanistan'dan misli misli fazladır. Niye örneğin Batı'nın bu kültürü 'icat etmiş' merkezlerinde böyle bir sergi açılmaz? Bunun önemini ve doğuracağı sonuçları yadsımak mümkün mü? Uzan lafın kısası. Çok başarılı bir program yapıldı. Türkiye büyük, Avrupa'da etkili ve Fransa'nın bütün kanatlarıyla dost olmak, işbirliğini sürdürmek istediği bir ülkedir. Sonunda Sarkozy de bu noktaya geldi. Ama Fransız kültüründe kültür her şeyden önce gelir. Şimdi bu başarıyı burada bırakmamak, sürdürmek, yaymak, genişletmek gerekir. Kültür tarihin bugün bugünün tarih olmasıdır. Bunu bilirse Türkiye bu işi yapabilir.