Türkiye'de eğitimin sorunu, ister matematik olsun ister sosyoloji veya tarih, öğrenciye o alanın kültürünü vermekten bir hayli uzak bulunması. Biz, nasıl üniversiteyi bir meslek öğrenilen yüksek okul diye belliyorsak, lisede, ortaokulda okutulan konuları da son derecede somut ve bilgiççe, "İşimize nerede yarayacak?" sorusu ve mantığıyla ele alıyoruz. Yaz günü insan çok daha zevkli konularla uğraşmak isterken birisi karşınıza çıkıp "Herkes matematik öğrenmelidir," derse ne yaparsınız? Eğer matematik dersleriyle başı hoş 'mutlu azınlık'tan biri değilseniz, zihninize hemen çarpım tablosu ezberlemenin, trigonometri, cebir, analitik geometri sorularıyla boğuşmanın buhranları hücum etmez mi? Kaç kişi hayatta gece kâbuslarında karatahta karşısında matematik sorularına cevap verememenin sıkıntısıyla uğraşmamış olsun. Gerçekten de matematik büyük bir çoğunluğun, dünyanın her yerinde öğrencilik hayatı boyunca yaşadığı bunalım demektir. Matematik öğretiminin Türkiye'de ne ölçüde bir sorun olduğunu ise her yıl yapılan üniversite sınavları açıkça gösteriyor. Öğrenciler ya matematikten başarılı olup birçok şans yakalıyor ya da matematik başarısızlığıyla savrulup gidiyor. Kim ne derse desin bugün Türk yüksek eğitim sistemi matematik dersi başarısına bağlı bir biçimde işliyor.
MATEMATİK CUMHURİYETİ
Bu yeni bir şey değil. Cumhuriyet'in getirdiği bir 'genel ilke' adeta. Hayatı 'müspet bilimler' temelinde açıklamaya kendisini inandırmış Cumhuriyet, sadece eğitimin de aynı ilkeyle biçimlenmesini istemekle kalmadı. Eğitim alan fertlerinin matematik dersindeki başarısını diğer derslere ve alanlara nazaran daha fazla önemsedi, matematiğe dayalı eğitim kurumlarını (mühendislik ve fen fakültelerini) diğerlerinin önünde tuttu. O kadar ki, Türkiye'de siyaseti bile çok uzun yıllar boyunca mühendisler belirledi. Bendeniz de Cumhuriyet'le yaşıt bir ana babanın çocuğu olarak liseyi bitirdikten sonra yüksek eğitimimin ilk aşamasını mühendislik-matematik alanında tamamladım. Sonra felsefe ve sosyal bilimler alanına kaydım. Bu tercihlerde şu değindiğim Cumhuriyet ideolojisi hiç rol oynamadı dersem yalan söylemiş olurum. Ama hâlâ matematiğin şiirsel, minimalist yapısının hazzını, soyut dünyasının gizemliliğini içimde bir yerde duyarım. Bugün nerede duruyoruz? Matematik bugünkü dünyada ne kadar önemli?
MATEMATİK OKURYAZARI OLMAK
İsmet Berkan geçenlerde yazdığı duygusal ve heyecanlı bir yazıda herkese matematik öğrenmesini öneriyordu. Öyle ki, adeta matematik bilmeyene hayat hakkı yok demeye getiriyordu. Söyledikleri ilkesel olarak doğru. Matematik bugün neredeyse dünyanın merkezi. Günümüzde dünya teknolojinin yönlendirici gücü altında. Son 25 yılın getirdiği büyük değişim ve atılım özünde bilimin, dolayısıyla da matematiğin hükümranlığı demek. Buna bakarak "Herkes matematik öğrensin,'' noktasına gelmek gerçekçi mi? Galiba değil. Zaten İsmet de anladığım kadarıyla yazısında herkes Fourier serisi veya Taylor genişlemesini öğrensin görüşünü savunmuyor. İsmet herhalde herkes matematik okuryazarı olsun demeye getiriyor ki, eğer maksadı buysa, onunla yüzde yüz hemfikirim. Zaten şimdi söyleyeceklerim de bu minval üzere olacak.
BİLGİ DEĞİL KÜLTÜR
Türkiye'de eğitimin sorunu, ister matematik olsun ister sosyoloji veya tarih, öğrenciye o alanın kültürünü vermekten bir hayli uzak bulunması. Biz, nasıl üniversiteyi bir meslek öğrenilen yüksek okul diye belliyorsak, lisede, ortaokulda okutulan konuları da son derecede somut ve bilgiççe, "İşimize nerede yarayacak?" sorusu ve mantığıyla ele alıyoruz. Katı bir biçimde işimize nasıl yarayacağını öngöremediğimiz konularla ilgilenmiyoruz. O bilgi alanı hayatımızdan tümüyle çıksın istiyoruz. Haksız mıyız? Pek değiliz. O nedenle bu noktada sorun matematik eğitim sisteminin sorunu haline geliyor. Gerçekten de şunca senelik hocalığımda henüz "İnsan neden matematik öğrenmelidir?" sorusuna açık, berrak bir yanıt veren kimseyi görmedim. Oysa en önemli cevap herhalde yukarıda değindiğim iki iddia çerçevesi içindedir. Bir kişi matematiği insanlığın en önemli zihinsel çabalarından, en görkemli zihinsel başarılarından birisine tanıklık etmek için öğrenir. Öte taraftan, matematik tabiatı anlamamızın bir yolu, bir aracıdır. Doğaya saklı olan düzeni onun aracılığıyla keşfederiz. Dünyanın nasıl bir denge üstünde durduğu ne bileyim Pisagor veya Tales teoremiyle anlaşılabilir. Bu işin kültürel yanıdır. İkincisi, belli bir düzeyde matematik öğrenmek, matematiksel olarak düşünmek yetisini kazandırır insana. Soyutlama, kabul edelim ki sadece matematik değil bütün disiplinler için geçerli bir güçlüktür. Matematik bunu aşmanın yolunu insana kazandırabilir. Analitik muhakemede bulunmak, neden sonuç ilişkisi kurmak, ben söyleyeyim, en kestirme, en kısa yoldan matematik aracılığıyla elde edilecek bir melekedir. Şöyle söyleyeyim, iki artı ikinin neden dört ettiğini değil de neden beş etmediğini anlattığımız ve anladığımız zaman matematik okuryazarı olmak, matematik bilincine sahip olmak, matematik kültürü edinmek söz konusudur. O zaman insan kendisini de içinde yaşadığı dünyayı da çok daha farklı bir biçimde algılayıp anlayabilir. Haydi sıcak yaz gününde şu kadar laf ettikten sonra şunu söyleyerek bitireyim: Matematik öğrenmek ne kadar zorsa şu tanımladığım anlamda tarih öğrenmek de o kadar zordur. Ayrıca şu da doğrudur; çok iyi matematik biliyor ama hiç felsefe veya edebiyattan anlamıyorsanız, hiç matematik bilmemenin kısıtlamalarına sahipsiniz demektir. Sorun, yani, matematik değildir, kültürdür.