Kıbrıs savaşı nedeniyle 30 yıl ara verilen Türkiye-Yunanistan vapur seferleri, Kıbrıs sorununda gözlenen zorluklara rağmen yeniden başlıyor. Ege denizi iki ülke arasında savaş meydanı değil; birleştirici bir unsur olarak yeniden karşımıza çıkıyor. Anlaşılıyor ki iki ülke halkı yakınlaşma sürecini sürdürmekte kararlı. Paskalya bayramından (kırmızı yumurta) yararlanarak, 8 yaşındaki oğlum Angelos'a babasının büyüdüğü yerleri göstermek için geçen hafta bu vapur seferiyle İstanbul'a geldik. Bir hafta boyunca Moda, Yeniköy, Heybeliada arasında mekik dokuduk. Sadece fotoğraflarına bakarak hayran kaldığı Boğaz köprüsünden geçtik. Geriye dönüşü ise İpsala kapısı üzerinden karayolundan yaptık. Çocuğun İstanbul izlenimleri fevkalade iyi olduğu için "babalık" görevimi yerine getirmiş olduğumu varsayarak mutluluk duydum. Bir yandan da "Şu Kıbrıs davası olmayaydı bu çocuk şimdi Atina değil de İstanbul doğumlu olacaktı" diye düşündüm durdum. Ama yine de ne olursa olsun İstanbul kökenli olması itibariyle Türkler'i yakından tanımasını, arkadaşlıklar geliştirmesini, dedesinin, babasının büyüdüğü yerleri benimsemesini ve bu yerlerde kendisini güvende hissetmesini sağlamak da kendime düşen ek bir "babalık görevi" olarak görüyorum. Çünkü Kıbrıs, son 45 yıldır hem ada halkının huzurunu hem de Türk-Yunan ilişkilerini zehirleyen bir "milli dava" olarak yeniden günlük yaşamımıza girdi. Nabız yoklamalarına bakacak olursak Kıbrıslı Rumların çoğu çözümü istemiyor. Kıbrıs Türkleri'nin çoğu ise istiyor. GÜVENSİZLİK BİTMEDİ Oysa bundan birkaç ay öncesine kadar durum tam tersiydi. Rumlar 30 yıldan bu yana çözüm isteyen taraf; Türkler ise çözüm istemeyen taraf olarak görünüyordu. Kıbrıs Türk tarafında çözüm istemeyenlerin tezleriyle; Rum tarafında çözüm istemeyenlerin tezlerinin ardında sözüm ona "güvensizlik" yatıyor. Çözüm istemeyen Rumlar, "Türkiye'nin bir gün bütün adayı işgal edeceğini" savunurken; çözüm istemeyen Türkler "Rumlar bir gün gelecek bizi yutacak" diyor.