Sohbet başlamadan önce telefon çalıyor, Gülben'in gözleri parlıyor. Küçük, şirin bir kız oluyor. Akşam evde yemek yiyip yemeyeceklerini, televizyon çekimi için saat kaçta evden çıkacağını soruyor eşine... Ve sonra da sürekli saatine bakmaya başlıyor. Neden? "Yemekler hazır ama eve gidip benim de sofraya bir imza atmam lazım" diyor gülerek...
-Evlendikten sonra ne değişti hayatında?
-Güzelleşti ve huzur doldu. Her şey daha keyifli. Daha büyük bir ailem var ve hayat daha anlamlı. Muhteşem bir ailenin içindeyim. Böyle bir kayınvalide ve böyle bir kayınpeder, kayınbiraderler dostlar başına. Bunlar bana Allah'ın bir hediyesi. Öyle şekerler, öyle alçak gönüllüler ki. Üç erkek çocuktan sonra ben de onların kızları oldum. Onların bize gelmesi, bizim onlara gitmemiz çok güzel. Yarın yine gelecekler. Oturup yemekler yapacağız, tabii dolmaları Süheyla Abla yapacak, Yılmaz'ı arayıp "Haydi sen de gel" diyeceğiz. Böyle işte. Ben evde Gülben'im. Başka türlü yaşamam mümkün değil ki. Bir Gülben var bir de Gülben Ergen Erdoğan (soyadını üstüne basa basa söylüyor) var.
-Erdoğan soyadının bu denli altını çizmen niye...
- Çünkü soyadımı çok seviyorum. Nüfus kağıdımda kütüğüm Hakkari oldu. (Gülüyor) Çok gururla taşıdığım bir soyadı.
- Sürekli kameraların önünde yaşayan Gülben Ergen'e, bambaşka bir tarzı olan, işini yaparken arkada kalmaya özen gösteren Mustafa Erdoğan'ın eleştirileri oluyor mu?
- Olmaz mı... "Sana ne başkalarından, kim ne yaparsa yapsın, sen zaten işini çok iyi yapıyorsun, nereden çıktı bu laflar?" diyor. Bendeki cevap: "Ben bir şey demedim." Sonra aynen şöyle devam ediyor konuşmamız: "Sen söylemesen bunlar olmaz. Bana niye olmuyor?" "Sen hiç konuşmuyorsun da ondan" "Sen de biraz sus o zaman." "Peki..." (Kahkahalarla gülüyor) Mustafa düşünmeden asla konuşmaz. Ben çok heyecanlıyım. Benim bu halime şaşırıyor. Belki de bu yüzden birbirimizi tamamlıyoruz.
- Mustafa Erdoğan'ın kendi işleri söz konusu olduğunda hep bir adım arkada sın. Orada Gülben Erdoğan olmak gerekiyor değil mi?
- Evet öyle ama karşılıklı tabii. O da benim işlerim söz konusu olduğunda tüm birikim ve fikirleriyle sapasağlam yanımda oluyor. Yurt dışına gidiyoruz iş nedeniyle sürekli olarak. Konsolosluk davetleri oluyor, Mustafa'nın eşi olarak o davetlerdeki yerimi alıyorum. Oyun olduğu zaman protokoldeki yerim belli, ağırlamamız gereken misafirler oluyor. Tamamen onu taşımakla meşgulum aslında. Burada magazine yansıyan, "Yurt dışından ne alışveriş yaptınız?" durumu yok orada. Ben Mustafa'nın yanında alışverişe ya da gezmeye gitmiyorum. Orada Gülben Ergen'lik yok.
-Evlendikten sonra Gülben'in yapmayacakları ya da dikkat etmesi gerekenler listesi oluştu mu?
- Evlenmeden önce de kendi kendime koyduğum sınırlarım vardı zaten. Dolayısıyla evlilikle birlikte hayatıma bir takım sınırlamalar gelmiş değil. Mustafa da sanatın içinde bir insan olduğu için bu konuda avantajlıyım.
- Sen hep onu anlatıyorsun ama Mustafa Erdoğan'ın Gülben'ini hiç bilmiyoruz. Eşini nasıl anlatır o?
- Evet, o hiç konuşmuyor. Ben onun yüzüne baksam yetiyor. Yüzünün aydınlığı hayatımı aydınlatıyor. O kadar aydınlık, o kadar dürüst ki... Hani "Doğru dürüst" lafı vardır ya, bu laf Mustafa Erdoğan için söylenmiş sanki.
- Yine sen onu anlatıyorsun?
- Ben ne anlatacaktım?
- Onun sana olan tavrından söz ediyorum. Diyelim ki, sahneden indin ve eve yorgun geldin. Ne yapar?
- Ben eve yorgun falan gelmem. Yok öyle bir şey. (Gülüyor) Stresimi, yorgunluğumu ona yansıtmam... O beni çok güzel seviyor, çok güzel elimi tutuyor. İçime geçiyor, yetiyor bu da. Daha ne isteyebilirim ki, daha ne şımarması?
-Sürprizleri var mıdır?
- Çok sürpriz yapmaz. Ama geçen gün aradı. "Demirciköy'e gideceğiz" dedi. Gittik. Mustafa bana bir at almış. Çok güzel bir İngiliz atı. Çok mutlu oldum. Günlerce evin içinde hopladım, zıpladım.
- Böyle bir mutluluğu yakalayabileceğine inanıyor muydun?
- Bu mutluluğu çok hak ettim. 31 yaşında evlendim. O yaşıma kadar hep şunu söyledim: "Aşk evliliği yapacağım." İşte evlendim. Çünkü aradığım ve beklediğim doğru insan Mustafa'ydı.