- Aşk'ın sırrı ne? Okurları neden bu kadar derinden etkiledi sizce?
-
Aşk'ın sırrı akılda değil, kalpte. Ben bu romanı kalbimle yazdım. Okuyanlar kalpleriyle okuyor. Bu öyle dışarıdan bakarak, kitabı okumadan anlaşılacak bir tılsım değil. Bir ruhdaşlık hali. Kitap, yazar ve okur arasında ilmik ilmik ruh akrabalıkları örülüyor.
- Aşk'ın gördüğü bu ilgi, okurun ister ilahi, ister dünyevi olsun gerçek aşka özlem duyduğunun da bir göstergesi olabilir mi?
- Hepimiz aşka özlem duyuyoruz. Yüreğimizin derininde bir yerde hepimiz aslında bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz. Romanda Şems diyor ki: "Her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Ömrü hayatımız tamamlanmaya çalışmakla geçiyor. Bizi tamamlamayacak, bütünleyecek tek bir şey var. O da aşk!"
- Romandaki 40 değişim kuralının da kitabın bu kadar ilgi görmesinde rol oynadığını söyleyebilir miyiz? Kişisel gelişim kitaplarında da benzerlerine rastladığımız ve bizi uykudan uyandırmaya yönelik bu öze dönük yapıcı kurallara ihtiyacımız var mı?
- Romanda 40 kural var. Bunların hepsi hayali kurallar. Ben bunlara 'Gönlü Geniş Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin 40 Kuralı' diyorum. Roman çıktığından beri bunlar çok konuşuluyor. İnternette dolaşıyor. İmza günlerinde bana getirilen kitaplara bakıyorum. Hep kuralların altı çizilmiş. Bütün bunlar beni mutlu ediyor. Bu kuralları kurgulamak bana da iyi geldi. Ama ben hiçbir zaman bunları 'kişisel gelişim kuralları' gibi düşünmedim. Bunlar sadece dostane fısıltılar. Yoksa okura bir şey öğretmek gibi bir tavrı olmamalı yazarın.
- Okurlarla konuşmalarımda herkes sözbirliği etmişcesine "Mevlana'yı, tasavvufu biliyorduk ama Şems'i bu kitapla sevdik ve onu daha çok tanımak istedik," diyor. Sizin böyle bir niyetiniz var mıydı?
- Benim hem Hazreti Mevlana'ya hem Tebriz'in Güneşi Şems'e çok derin hürmetim var. Mevlana görece daha iyi biliniyor, ama Şems pek bilinmiyor. Halbuki o muazzam bir cevher. Onu anlamadan Mevlana'yı anlamak mümkün mü? Et ile tırnak gibiler. Ama bir o kadar da farklılar aslında. Ben o ilahi bağı anlatmak istedim. Kitabevi sahiplerinden şöyle şeyler işitiyorum:
Aşk'ı okuduktan sonra
Mesnevi'yi okumak isteyenler artmış. Bir de "Şems hakkında başka kitap var mı?" diye soranlar çok oluyormuş. Bunlar beni mutlu ediyor.
- Mevlana ile Şems'in arasındaki benzersiz gönül bağına ülkemizde hep önyargıyla yaklaşılıyordu. Aşk, bu önyargıyı az da olsa kırdı mı? Romanda da geçen "Aşk bir milat gibidir. Şayet aşktan sonra aynı kalmışsak yeterince sevmemişiz demektir," sözünde olduğu gibi bir milat etkisi yaratabilir mi? Ya da bir romandan bu kadar büyük değişim yaratmasını beklemek ne kadar akılcı?
- Ben romanların tek başına bu kadar dönüştürücü bir etki yaratacağına inanmıyorum. Ancak şu olabilir: Roman okurunu, okur romanını bulur. Bu bir ruh akrabalığıdır.
- Çok uzun süredir, insanların etkilendikleri kitabı, dostlarına da alıp hediye ettiklerine tanık olmuyordum. Ama Aşk'tan beş altı adet alıp arkadaşlarına verenleri tanıyorum. Bu, paylaşımın nasıl bir açıklaması olabilir?
- Biz genelde zannediyoruz ki bir romanın tanınmasında basın en büyük rolü oynuyor. Halbuki basından daha önemli olan bir şey var: 'Fısıltı gazetesi!'
Aşk'ı seven okur, kitabı alıyor yengesine, kız arkadaşına, kuzenine hediye ediyor. Ya da aynı kitabı beş kişi okuyor sırayla. Mesela
Aşk'ı ailece okuyor insanlar. Üç kuşak okuyor. Anneanne, anne ve kızları. Türkiye'de çok samimi, hakiki bir edebiyat okuru var. Bir kitabı severse çok seviyor. Sevmezse de okumuyor işte. Okurun değerlendirmesi her şeyin üstünde.