M.S. 40'lı yıllar... Antakya, putperest Roma'nın egemenliğindedir. Hz. İsa, Antakyalıları Hıristiyanlığa davet için iki elçi gönderir. Elçilere ilk inanan Habib-i Neccar adında Antakyalı bir marangozdur. Fakat Antakya halkı, elçilerle birlikte Neccar'ı da öldürecektir. Silpiyus Dağı'nda gövdesinden ayrılan Neccar'ın başı, yuvarlanarak bugün Kurtuluş ile Kemalpaşa caddelerinin kesiştiği yerde inşa edilen ve adını taşıyan cami önüne gelecek, bedeni ise öldürüldüğü mağarada kalacaktır. Bir başka söylenceye göre de Neccar, kopan başını koltuğunun altına alacak ve Kur'an'dan ayetler okuyarak bir süre kent içinde dolaştıktan sonra, bugün türbesinin bulunduğu yerde ruhunu teslim edecektir. Anadolu Halk Mutfağı Derneği'nin Antakya'da düzenlediği 'Geleneksel Yemekler Şenliği' kapsamında Habib-i Neccar Camisi'nin avlusunda Şenköy peynir helvası hazırlanıyor. Biraz sonra lezzet dostlarına armağan olarak sunulacak... Antakya taşından toprağına, havasıyla suyuyla bir söylenceler diyarı... Bu söylencelere farklı dinlerin ve dillerin birlikteliğinde damak zevki de dahil, tarihsel abideler de... Söylenceler çünkü, halkın düş gücünün, zekâ zenginliğinin bir göstergesi... Mesela Hz. Musa ile Hz. Hızır Samandağ'da buluşur ve buradan denize açılırlar. Daha sonra bir başka zamanda, birlikte Hıdırbey Köyü'ne giderler; Hz. Musa'nın su içmek için toprağa sapladığı asası, bir süre sonra filiz vererek koca bir çınara dönüşecektir. Bin yıllık çınarın serinliği bugün, bir hoşgörü sofrasıdır. Şadırvanın gölgesinde bu söylence zenginliğini düşünüyorum. Şenköy peynir helvasının lezzeti damakta erirken bir söylence de şadırvanın su sesine ruhunun aydınlığı vuran kadim bir Antakyalı anlatıyor. Eski zamanda, Osmanlı ülkesinin başkentinde uçan bir adam görülür. Padişah, bu adamın nasıl uçtuğunun sırrını öğrenmek ister. Sadrazamlarını, vezirlerini toplar. Biri, "Bu sırrı bilirse, ancak Antakya'da, Harbiye'de bir hoca bilir," der. Hemen İstanbul'dan asker çıkarılır. Tez zamanda Harbiye'de hocayı bulurlar ve durumu anlatırlar. Hoca, "Padişah beni ne zaman bekler?" der. "Haftaya cumaya," derler. Hoca, "Siz gidin," der, "ben cuma günü padişahın camisinin kapısında olacağım." O zaman uçak, tren nerede? Atla gitse bir aydan ancak varır İstanbul'a... Nitekim o cuma günü hoca, cami kapısında olur. Hocayı padişahın huzuruna çıkarırlar. Bir süre sonra da adam gökyüzünde uçmaya başlar. Hoca, hemen ayakkabısının tekini çıkarır, adama fırlatır. Ayakkabı adama vura vura yere indirir. Padişah, hemen celladına adamın kafasını kestirir. Padişah, bu kez hocadan da korkmaya başlar, ya bu da başıma bela olursa diye... Ve onun da kellesine celladına verir. Fakat hoca kesilen başını koltuğuna aldığı gibi Harbiye'deki köyüne dönecektir. O günden beri de ayakkabısının biri İstanbul'daki camide, öteki de Harbiye'deki köyündedir. Anadolu Halk Mutfağı Derneği'nin 'Geleneksel Yemekler Şenliği', adından dolayı damak zevkini ön planda tutsa da işte böylesi söz ziyafetlerine de vesile olmakta... Bizzat yaşadıklarımız da bunun somut bir kanıtıdır işte.