Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK DURBAŞ

Türk edebiyatında Yahudi imgesi

Denize inen karşılıklı üç-dört odadan oluşan Rızabey Aileevi, İzmir Karataş'ta, Kız Lisesi'nin karşısındaydı. İki sıranın birer ucunda müşterek kullanılan mutfak ile tuvalet yer alırdı.
Sakinleri İzmir'in yoksul Rumları ile Yahudileri'ydi. Rızabey Aileevi'nin karşısında, Kız Lisesi'nin hemen yanındaki Deveçıkmaz yokuşundan 95'in Kahvesi'ne, oradan da Bayramyeri'ne çıkılırdı.
Doktor Zibil'in muayenesi de işte bu Deveçıkmaz'ın başındaydı. Doktor, Yahudi'ydi; fakat ırk, milliyet ayırmazdı. Vizitesi 2,5 TL'den sabahtan akşama -çoğu yoksul Türk, Yahudi ve Rum- kim gelirse bakardı. 1957'de Varlık Yayınları arasında çıkan Rızabey Aileevi, Tarık Dursun K.'nın ilk romanıdır ve adı üzerinde, bu aile evi odağında, İzmir'in yoksul insanlarını anlatır. (Ne zaman karşılaşsak ilk sözü "Öpüldünüz," olan Tarık ağabeye selamlar.) Refik Durbaş da o yıllarda, Rızabey Aileevi'nin komşusu Karataş Ortaokulu'nda öğrencidir ve öğretmenler arasında Cemo ile Memo'nun unutulmaz yazarı Kemal Bilbaşar da bulunmaktadır.
Rızabey Aileevi'nin yerinde artık yeller esiyor. Yoksul kiracıları kim bilir nerelerdedir? O yıllarda arka bahçesi deniz kıyısında olan Karataş Ortaokulu ise bugün iyice karaya çekilmiş durumda... Okulun karşısında Göztepeli milli kaleci Ali Artuner ile top koşturduğumuz arsa ve çevresinde yer alan evlerden birinde ise bugün dayım oturmakta...
Tarık Dursun K.'nın Rızabey Aileevi'nde yaşayan kahramanı Kemal gibi Nâzım Hikmet de bir Yahudi kızına abayı yakan Hikmet'in encamını şöyle döker mısralara: "Hikmet, zaman zaman / kederli dalgınlıklar geçirmesine rağmen aynı cömertlikle harcar neşeyi ve parayı. / Fakat yazık / İki yıldır bir Yahudi kızı zaptetti bu müthiş zamparayı. / Yeşil gözleri ondan başka kadın görmüyor artık." Fazıl Hüsnü Dağlarca ise Haliç'in şiirini yazmıştır ama, çevresinde oturan azınlıklardan hiç söz etmez. Galata ve Pera yazarı İlhan Berk ise, ki bu semtler gün gelecek Berk'in yazdıklarına göre yeniden kurulacaktır, şiirlerinde Musevileri mısralarının dip sularında epey dolaştırmıştır.
Kahramanı iki Musevi kız olan bir güzel öykü de Oktay Akbal'ın kaleminden dökülecektir: Ester ile Roza. (Bizans Definesi, Yeditepe Yayınları, ocak 1953)

AZINLIKLAR MİZAH UNSURU
Bir Musevi mahallesinde yazlık sinemada bilet kesen iki kızdır Ester ile Roza... Öykünün kahramanı ise sinemada makinisttir. Birbirlerini severler ve o yazı birlikte geçirirler. Ama arkası olmayan bir aşktır bu. "Sonra çok sonra, limandan kalkan o ufacık, o çürük, eski zaman kadırgalarına benzeyen gemilerden biriyle Ester'le Roza'yı özledikleri yerlere, insanlara doğru," yolcu ederler. Çünkü Ester'le Roza dünyayı bitmeyecek bir serüven olarak kabul etmişlerdir.
Öykülerin, romanların böylesi güzelliklerine rağmen Yahudiler, öteki azınlıklarda olduğu gibi daha çok 'mizah' unsuru olarak kullanılmışlardır edebiyatımızda. Bu nedenle mizah öyküleri, fıkralar Mişon'ların, Salamon'ların başından geçen olaylarla örülüdür.
Sait Faik, bir öyküsünde Beyoğlu'nu "Birbirine karışmış her din ve mezhep, Türk, Rus, Ermeni, Rum, Nasturi, Arap, Çingene, Fransız, Katolik, Levanten, Hırvat, Sırp, Bulgar, Acem, Efganlı, Çinli, Tatar, Yahudi, İtalyan, Maltız, daha her türlü milletin birbirine karıştığı bir garip mahalle..." olarak tanımlamaktadır.
Bu, bir anlamda Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatının görünümüdür de... Edebiyatımızın 'mahalle'sinde böylesi bir çeşitliliğe yer vardır, 'baskıya ise asla; her ne kadar kendisi nice baskıya maruz kalmış olsa da...

İNADINA ŞİİR: KİRALIK

İşte orada, gölgesini salkım söğüte kiralamış orada duruyor işte...
Kalbimde, kalbimin evinde...
Refik Durbaş

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA