Bu haberin vesilesi, Hıncal Uluç'un 10 Ekim günkü köşe yazısıdır. Onun satırlarından öğrendik ünlü ozan Musa Eroğlu'nun memleketi olan Mersin'in Mut ilçesinde kendi adını taşıyan 100 bin ağaçlık bir orman yetiştirdiğini. Ve halk müziğinin büyük ozanı Musa Eroğlu'nun Mut'a bağlı Sartavul köyündeki bağevinin yolunu tuttuk. Elinde avucunda ne varsa ormana yatıran Eroğlu, doğayı 'öbür yarısı' olarak tanımlıyor ve bunda Aleviliğin üzerinde yükseldiği şamanizm felsefesinin önemli payı olduğunu savunuyor. Şamanların doğayla barışık inançlarının Anadolu halklarında öyle ya da böyle sürdüğünü savunan ozan, bu yüzden yılın bir bölümünü Ankara'da, bir bölümünü de Sartavul köyünde geçiriyor.
AĞAÇLARLA KONUŞUYORUM
- Bu ormanı yaratmaya nasıl karar verdiniz?
- 1960'larda buralar hep ormanlıktı, daha sonra orman ve ağaç türleri yok oldu. Gelip geçerken hep bakardım. Çocukluğumdan beri bu sahada gözüm vardı. Bir gün kiralayıp ağaçlandırmaya karar verdim. 1999'da müracaat ettim, 2000'de teslim ettiler. Ondan sonra başladım çalışmaya.
- Kaç dönümlük bir alan?
- Bir hayli büyük, 900 dönüm. Bir kısmı kayalık, ağaç dikilebilecek yer 500-600 dönüm kadar. Dört tür ağaç diktim: Kavak, kızılçam, sedir, meşe. Meşenin bu bölgede doğal bir bitki örtüsü var. Sonra da 'tömbek' dediğimiz dikenli ardıç ve doğal ardıçlarla süslendi alan. Bu orman için tam dokuz senedir çalışıyorum, bazı ağaçlar kocaman oldu, bir kısmı boyumu geçti.
- Epey bir yatırım...
- O tür bir maliyet değil de, kol gücüyle 500-600 dönüm bir yere teraslar açmak çok masraflı. Bunun için epey işçi çalıştırdım. İlk sene altı ay gibi bir dönemde 30 bin ağaç diktim, hem terasını açtırdım, hem kenarının telini çektim, yolunu açtırdım. Şimdi her sene ilave ağaçlar dikilir ve ilave bakımlar yapılır, bütün ağaç dipleri iki kez çapalanır. Çapalama için bir ayda 50 kişi çalışıyor.
- Kaç ağaç oldu ormanınızda?
- Doğanın da yardımıyla 80-100 bin arası ağacımız oldu şimdi.
- Ardıç ağacının bir öyküsü varmış...
- Ardıç ağacının fidesi yoktur. Ardıç kuşları belirli bir bitkinin çekirdeğini yerler ve gübrelerinden ardıç ağacı çıkar. O yüzden ardıç kuşları korumaya alınmıştır, bence de korunmalıdır. Çünkü doğadaki bütün ardıç ağaçlarını onlar eker.
- Mut'ta yaşamanız ormanla mı ilgili?
- Ben buralıyım. Ormana yakın yerde bir bağevim var, orada oturuyorum. Orman, evimin olduğu yere 12 kilometre uzaklıkta.
- Ormanın içinde de eviniz var mı?
- Hayır, onu yaptığınız zaman doğaya müdahale etmiş olursunuz. Ormanın içinde yaşayan kuşlar var, sürüngenler var, güvercinler var, keklikler var. Ev yaptığınız zaman onları ürkütürsünüz.
- Türkiye'de isim yapmış çok insan var, ama kimse ağaca, ormana, doğaya yatırım yapmıyor... Siz bunu niye yapıyorsunuz?
- Bu bir yaşam biçimi, burada yaşıyorum, böyle düşünüyorum, bu ağaçlarla konuşuyorum, doğa benim öteki yarım. Çünkü müziğimde de söylediğim ve insanlara ulaştırmaya çalıştığım şey, doğa ve insan sevgisi. Sadece insanı sevmek yetmez insanın yaşayacağı muhiti de seveceksin, bastığı toprağa da ilgi göstereceksin.
- Bu düşüncenizin Alevi felsefesiyle de bir ilgisi var elbette...
- Tabii bizim inancımız bu, biz şamanız. Şaman olduğumuz için doğadaki her şey kutsaldır bizim için.
- Aleviler şamandır mı, diyorsunuz...
- Sadece Aleviler değil, bütün Anadolu insanları şu andaki inanç biçimleri ne olursa olsun doğa insanıdır, şamandır. Budizmle, Brahmanizmle, İslamiyetle harmanlanmış da olsalar, bu insanların hepsinde şamanlığın izleri vardır. Ama Aleviler daha çok şamandır, daha çok doğadır. Unutmayın, Alevilikte sular, ağaçlar kutsaldır.
- Ormanınızı Cumhuriyet'in genç kuşaklarına armağan etmişsiniz...
- İnsanların insanlara verebilecekleri bir sürü şey vardır. Kimi şiirlerini verir, kimi tıp bilimiyle, kimi felsefeyle verir vereceğini. Birileri kol gücüyle çalışır katkıda bulunur. Ben bir sanatçı olarak yaşanılabilir bir dünya örneğini vermek istedim. Bu orman Cumhuriyet'in geleceğine hediyedir, çünkü ben bir Cumhuriyet çocuğuyum.
- Sizinle konuşacağımı duyanlar çıkacak ilk albümünüzü sormamı istediler.
- Şükürler olsun ki, önce korsanlar sonra internetin yardımlarıyla artık kitap yazmak, albüm çıkarmak hayal oldu. Her şey çürümüş durumda. Ondan sonra bu ülkede rafine olmuş insan bekliyorlar. Bir yazar, 20-30 yılını harcayıp emek verdiği bir kitabı iki kuruşa kopyalayıp ticaret yapan bir adama yaptırım uygulamayan bir devlette nasıl yaşayabilir ki?
- Yani yapmayacak mısınız bir albüm?
- Hayır albüm de, konser de düşünmüyorum artık. Düşünecek durumda değilim, çünkü bu ülkede sanatçılar yaralanmıştır.
İNANÇ DİZAYN EDİLEMEZ... BU ÜLKENİN DAHA ÇOK DEMOKRASİYE İHTİYACI VAR
Alevi açılımı hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Son derece garip buluyorum, gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Ne çalıştayı yahu? Sen insanların inancını nasıl dizayn edebilirsin? İnsan nasıl inanıyorsa öyle inanmalı, onun organizatörlüğünü yapamazsın. Esas o zaman bölücü olursun. Devlet yol, su, elektrik, dış politika, sınırlarla ilgilenmeli. Devlet niye dinle-donla ilgileniyor ki, anlamıyorum. Don deyince de kızacaklar, don kıyafet demektir, bunu kast ediyorum. Alevilere de üzülüyorum, bu kadar felsefemiz var, bu tür şeylere niye alet oluyorsunuz? Bu ülkede bütün sorunlar bitmiş de, Alevilerin sorunları mı kalmış çözülecek? Bu ülkenin daha çok demokrasiye, daha çok insan haklarına, daha çok vatandaşlık hakkına, daha çok bilince ihtiyacı var.
- Önyargılar bir şeklide kırılmıyor mu böyle?
- Dernekler falan ortaya çıkmadan zaten, herkes Alevileri gizli bir güç gibi görüyordu. Korkuyorlardı, kim bunlar diye. Şimdi ciddiye alan yok, her şeyin üstü açılınca görüldü ki, ortada korkulacak bir şey yok. Sen bir taraftan camiyi eleştiriyorsun, caminin içine bir şey konmuş, onu anlatıyor adam, senin anlatacağın da ondan farklı değil, sen de inancın başka bir bölümünü anlatacaksın. Devlet birazcık akıllı olup "İstediğiniz yere cemevi yapın,", "Çocuklarınızı din dersine göndermeyin," demeli. Bakalım o zaman bunun çözüm olmadığı görülecek mi?
- Siz de bir Alevisiniz ama...
- Alevi olduğum için Alevilere kızmamazlık edemem. Ben katıldığım seminerlerde-sempozyumlarda da böyle konuşuyorum, "Böyle olmaz," diyorum.