Yıllar önce bir doğa gezisinde, soluklanıp çay içmek üzere mola verdiğimiz Denizli Babadağ'ın Hisarköy'ünde, bir lahit kapağının cami avlusunda musalla taşı olarak kullanıldığını görmüş çok şaşırmıştık. Köy muhtarı, "Bunda şaşacak bir şey yok. Rahat olun, bunlardan çok var köy çevresinde, kolay kolay bitmez. Evlerin temeline bile o taşlardan kullandık" demişti. Bir keresinde de bisikletle Didim'e giderken Akköy'de soda-ayran içtiğimiz kır kahvesinin sehpa yerine antik sütun parçaları kullandığını görmüş, yanıtını da kahveciden hemen almıştık; "Ne var bunda, nereden geldiğini nasıl bulacak götürüp nereye koyacaklar, ne güzel kullanıyoruz işte. Bir işe yarıyorlar!"
DEĞERİ FARK EDİLMEDİ
Anadolu'da uzun zaman hep böyle, gereksiz, inşaat malzemesi gibi görüldü tarihi kalıntılar. Taşıdıkları gerçek değer fark edilmedi yıllar boyunca. Bizim taş yığınları dediğimiz, tarihi ve kültürü bin yıllar öncesinden bugüne taşıyan antik kalıntılar, halkımızdan daha çok Almanlar'ın, İngilizler'in ilgisini çekti. Yüzyıllar boyunca parça parça söküp kendi ülkelerine taşıdılar, Berlin'de, Londra'da, Paris'te, Newyork'ta devasa müzelerinde sergilediler, ziyaretçilerinden milyonlarca dolar döviz geliri elde ettiler. Ülkemize ait değerleri yabancıların müzelerinde seyretmekle yetindik. Ülkemizde çoğunlukla Alman, İngiliz ve ABD'li arkeologların öncülük ettiği kazılarda çıkarılan ve yurtdışına kaçırılamayan değerli parçaların büyük bölümü de 2002 yılına kadar rutubetli depolara kaldırıldı, ileride sergilenmek üzere kaderine terk edildi. 2002 yılından itibaren tarihi değerlerimizin farkına varmaya, bir ülkenin tarih, kültür ve uygarlık birikimlerinin tanıtılması açısından ne denli büyük önem taşıdığını anlamaya başladık. 2002-2012 yılları arasında ülkemizden çalınarak gizlice yurtdışına kaçırılan yurt çok değerli eserlerimizin peşine düştük. Toplam 4 bin 113 eser bu dönemde ülkeye kazandırıldı, bunun 3 bin 697'si 2007'den sonraki ülkemize getirildi. Bu süreçte halkımız da tarihi değerlerin yalnızca gereksiz inşaat malzemelerinden ibaret olmadığının farkına vardı. Yıllar boyunca keşfedilen 115 antik kent, 119 antik tiyatro, hem ülkemizin daha çok tanıtılmasına, hem de turizm hareketlerle bölge insanının bir şekilde gelir elde ederek kalkınmasına yol açtı. Kısaca artık Anadolu'da antik kentler, bulundukları yörelerin kent ve kasabalarında önemli bir değer olarak titizlikle korunuyor.
MÜZE SAYISI ARTIYOR
Asırlar boyunca bir çok uygarlığa ev sahipliği yapan Anadolu'nun her köşesi antik kentlerle, tiyatrolarla, çıkarılan eserlerin sergilendiği müzelerle dolu ve müzelerin sayısı giderek artıyor. Biz de rotamızı bu kez Ege'deki antik kentlere çevirdik ve sizler için keyifli bir yolculuğa çıktık, 2 bin 400 kilometre yolculuk yaptık. Troya, Pergamon, Afrodisias, Laodikeia, Stratonekia, Magnesia, Ephesus, Miletos, Didyma, Sart-Artemis, Metropolis, Teos ve Agora'yı gezdik, inceledik, fotoğrafladık, attığımız her adımda, dokunduğumuz her sütunda binlerce yıllık tarihi iliklerimize kadar yaşadık. Var mısınız bu güzellikleri paylaşmaya...