Gazeteciliğe yeni başladığım yıllardı. Haliç'te yürütülecek bir proje için görevlendirilen Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü'nün araştırma gemisi Piri Reis'le İstanbul'a gidiyorduk. Sanırım Şubat'tı aylardan. Çanakkale Boğazı'nda, Babakale açıklarında yakalandığımız karlı poyraz fırtınasını atlattığımıza sevinirken, Gelibolu çıkışında daha kötüsüne yakalandık. Acımasızdı bu fırtına. Gemide köprü üstündeydik, kapılar açıktı, deniz suları bir kapıdan giriyor diğerinden akıyordu. Daha fazla ilerlemenin risk olacağını söyleyen kaptan, "Bir yere sığınmamız gerekiyor" dedi. Henüz sabah oluyordu, alacakaranlıktı ortalık.. Gemi sulara bata çıka sağa, uzaktaki ışıklara doğru yöneldi. Merakla sormuştum kaptana, "Karabiga" demişti. Mendireğe yakın demir attık. Güverte karla kaplıydı. Havada buzlardan oluşan bıçaklar uçuşuyor, dokunduğu yere saplanıyordu. Birkaç görevli zodyakı güçlükte indirdiler denize, karaya yöneldik. Kıyıdaki balıkçı teknelerini, parke taşlarıyla kaplı geniş meydanı, teneke kaplı eski evleri, çınar ağaçlarının altlarına sığınmış salaş kahvehaneleri çok iyi anımsıyorum. Buğulu camların ardında iki erkenci müşteri vardı, mis gibi demli çay kokuyordu ortalık.. Piri Reis'in çarkçıbaşısı bitişikteki fırından sıcak ekmek, yanındaki bakkaldan tulum peyniri getirmişti. O kahvaltının tadı hala damağımda... Yeniden gemiye dönerken ellerimizde odun ateşinde pişmiş sıcacık buğday ekmekleri vardı. Aradan 26 yıl geçtikten sonra yeniden orayı görme isteğimin nedeni o ekmek kokusuydu belki.
BALIKÇI KASABASI
Karabiga Çanakkale boğazı çıkışında bol rüzgarlı bir yarımadanın üzerine kurulu 4 bin nüfuslu bir balıkçı kasabası. Beldenin yanıbaşında "Karabiga Kaleleri" olarak bilinen ve MÖ. 7 Yüzyıl'ın ilk yarısında kurulan bir "Milet Kolonisi"nin kalıntıları yer alıyor. Kasabanın ışıkları, aralıksız, ağır yağmurun altında varla yok arası...
ÇADIRLARI KURMALI
Karabiga meydanı hala canlı. Üç dört kahvehane dolu-içeride sigara bulutları- belli ilk demli çaylar içiliyor doya doya.. Saat 19.30 ama sanki geceyarısı ve poyraz yağmur ile birlikte hızını giderek arttırıyor. Sahile kurulu bir restoranın önün- deki otla kaplı plaj alanı çadırlar için uygun. Restoran sahibi sahile bakan lambayı yakıp bize yardımcı oluyor. Şimdi yemek zamanı. Küçük bir ocak hazırlıyoruz önce. Ardından yağmur altında ateş yakıyoruz. Yağmur ve rüzgar inatçı ama biz daha inatçıyız. Yarım saat içinde otomobilimizin havaya kaldırılmış bagaj kapağının altında mükellef bir akşam sofrası hazır. Mis gibi kızarmış incik, salata, tulum peyniri ve helva..
KUMSALDA DİNLENDİK
Odun ateşinde demlenmiş çaylarımızı da içinde bütün yorgunluğumuzu kumsalda bırakıyoruz. Yağmur, gece ve biz bahtiyarız... Artık çadırlara girip tıpırtıları dinleyerek uyuma zamanı.