Eylül ayındayız. Sararan yapraklar toprakla buluşmaya başladı. Sonbahar sarısıyla iç içe olmak için yeni bir yolculuğa çıkmak ve doğa ile kucaklaşmak için hazırız. Kimbilir kaçıncı kez, tadına doyamadığımız Simav'daki Gölcük'e gidiyoruz. Çadırlar, uyku tulumları, matlar, onarım takımları, aydınlatıcılar, fotoğraf makineleri, filmler, ilaçlar, giysiler hazır. Sabah saat 06.00. Henüz ortalık karanlık. Yıldızlar kaybolmamış ve İzmir uykuda. Önümüzdeki 342 kilometrelik bir yol var, hareket ediyoruz. Sabah kahvaltısı Manisa'da çorbacıda. Güneş yükseldikçe gecenin serinliği, Eylül sıcağı ile yer değiştiriyor. Tarlalarda işçiler pamukları yağmura yakalanmadan toplamanın telaşı içinde. Manisa Ovası kavak ağaçları hariç yeşilliğinden henüz bir şey yitirmemiş. Ovaya henüz sonbahar gelmemiş. Akhisar'dan Sındırgı'ya dönünce çam ormanlarıyla buluşuyoruz. Çocukluğumuzda otobüslerle geçtiğimiz Sındırgı virajlarında yıllar sonra yeniden çocukluğumu yaşıyorum. Ormanlar arasında giderek yükseliyoruz. Burası orman denizi. Yolun bir yanından diğer yanına büyük bir telaşla sincaplar geçiyor. Buz gibi suların aktığı bir pınarın yanıbaşında mola. Birer bardak çay. Zirvedeyiz. Buraya Kertil diyorlar. Rakım 835 metre. Birazdan ovaya doğru yöneleceğiz. Abdullah'ın kahvehanesinde içilen birer kahvenin ardından, 10 kilometre sonra Sındırgı'dayız. Bugün ilçenin pazarı. Küçücük dünyalarında yaşayan ama mutlu görünen satıcılar. Zülfü Livaneli'nin deyişi ile "Doğdukları yerde ölenler." Alışverişimizi Sındırgı'da yapıyoruz. Simav kavşağında Çaygören Barajı. Gölünde sular çekilmiş. Kilometreler boyunca barajın su kaynağı olan, yatağı çatlamış çay boyunca ilerliyoruz. Bir yanımız bodur meşelikler, bir yanımız yaprakları sararmaya başlamış meşe palamutu, çınar korulukları... 82 kilometrelik yolculuktan sonra Simav'dayız. Öğle yemeği ve kamp için alışveriş zamanı. Çünkü geceyi çadırlarda geçireceğiz. Doğa ile iç içe olmanın tadı ancak böyle çıkarılır. Ardından haritalara göre göle doğru 13 kilometrelik tırmanış. Tırmandıkça sapsarı kavak ormanlarıyla örtülü Simav Ovası bütün güzelliğiyle gözlerimizin önüne seriliyor. Jeotermal enerji ile ısıtılan seraların naylon örtülerine parlak ışıklarıyla sonbahar güneşi yansıyor.
KARAÇAM ORMANINDAYIZ
Gölcük Dağı'nın eteklerinde doğa örtüsü fakir, çalılık ve meşe kümeleri arasında ilerliyoruz. Yükseldikçe hava serinliyor, güneş dağlarla buluşmak üzere. Zirveye yaklaştıkça karaçam ormanı yoğunlaşıyor, çevremizi kuşatıyor. Bir süre sonra gökyüzü de görünmez oluyor. Bir ağaç denizinin ortasındayız artık. 15 dakika sonra 1450 metrelik Gölcük Tabiat Parkı'na ulaşıyoruz. Önümüzde yemyeşil otlarla kaplı bir düzlük, ardında ormanın bütün olağanüstülüğü ile durgun sularına yansıdığı Gölcük. Girişte çok düşük bir bedel ödüyoruz. Araç başına 2 lira. 700 dekar genişliğindeki tabiat alanının ortasında 130 dekarlık bir alanı kaplayan Gölcük'te, burayı Orman Bakanlığından devralan Kaymakamlık tarafından bir tek kır kahvesi inşa edilmiş. Doğanın güzelliğini bozacak hiçbir yapılaşmaya izin verilmemiş. İnsanların ulaşabileceği her yere çöp kutuları konulmuş. Ama niye bütün çöpler yerlerde, bunu bilmiyorum. Güneş kavuşmadan göl çevresinde birkaç tur atıp fotoğraf çekmeli. ... Öyle yapıyoruz. Gölün çevresi 2 bin 750 metre. Günün kararmasına yakın güneşin sarı ışıkları göl ve çevresine yansıyor. Sarının bütün tonları, göl manzarasında yerini almış. Gölün sıcaklığı 9 dereceyi geçmeyen sularında sazanlar, alabalıklar oynaşıyor.
YILDIZLARLA YIKANDIK
Biz turumuzu tamamlarken güneş her biri 20 metre boyundaki karaçam ağaçlarının arasında kayboluyor ve bir süre sonra yerini parlak yıldızlara bırakıyor. Önce kamp ateşi yakıyoruz. Kozalaklar, ibreler ve birkaKamp ateşindeki tavuk, köfte, sıcak ekmek, yoğurt, meyve suyu ve helvadan oluşan akşam yemeğimizi yedikten sonra havanın hızla soğuduğunu hissediyoruz. İki günlüğüne bile olsa, egzoz gazlarından, gürültüden, yıldızları görmeye bile hasret kaldığımız bol ışıklı kentten uzak olmak keyif verici. Bir dağın zirvesindeyiz ve İzmir yüzlerce kilometre uzakta...