Kızıldağ'da Türkiye'nin en değerli sedir ormanlarında nefes alıyor olmanın tadını çıkarıyoruz. Aşağıda Şarkikaraağaç ovası. Gökyüzünde kuzeye akan küçük Akbulutlar. Doğanın tarif edemeyeceğim güzellikteki kokusu. Aklımda hep aynı şiirin dizeleri: "Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini Bir kenti güzelleştiren onlardı sanki Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan Kadınları güzelleştiren herhalde onlardı." Şimdi zirveye çıkma zamanı. Kullandığımız araç bizi ancak 1600 metreye kadar çıkarabiliyor ve pes ediyor orada. Arazi kayalık ve çıplak. Size başka bir iklimde olduğunuz hissini veriyor. Sedir ormanları ve ova çok aşağılarda. "Yürüyeceğiz" diyorum Hürol'a. Zirveye çok var. Yürüdükçe bedenimiz oksijenle besleniyor, yürüdükçe yalnızlaşıp sessizleşiyoruz. Üzerimizde şahinler,atmacalar özgür olmanın tadını çıkarıyor, çulluk sürüleri kalkıyor çalıların arasından. Güneş uzaklardaki dağlara doğru alçalıyor yavaşça. Daracık kayalık patikada bir virajı dönerken Büyüksivri tepesi yangın kulesi çıkıveriyor önümüze. 1912 metredeyiz. Orman görevlisi Durmuş, yılın altı ayında burada yalnızlığını kendisiyle paylaşıyor. Zihinlerimize kazıyacağımız doyumsuz bir manzara. Ufka kadar kilometrelerce alan ayaklarımızın altında. Soğuk bir rüzgar esiyor ama üşütmüyor bizi. Sessizliğin ve huzurun ortasındayız. Mevlana'yı anımsıyorum: "Heyben acıyla dolar da nefes alamazsan gel! Huzur bulacağın kıyılarım senindir. Umutların solar kurur da su bulamazsan. Beraber sulayalım gözyaşlarım senindir. Kanadın kırılır da maviye uçamazsan ne güne duruyor al! Kanatlarım senindir. Çaresiz çilelere bir umut bulamazsan kendime ettiğim dualarım senindir..." Aşağıda uzaklarda bütün görkemiyle Beyşehir gölü puslar arasında, buğday tarlaları altın gibi ışıldıyor ovada. Seyretmeye doyamıyoruz. Fotoğrafla belgeliyoruz gördüklerimizi. Yüzlerce kareye sığmıyor bu benzersiz güzellik. "Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de." Hava kararmadan kamp alanına dönmeliyiz. Güneş karşı dağlara değdi değecek. Günbatımını kaçırmadan yetişiyoruz. En güzel fotoğrafları güneş kavuşurken çekiyoruz. Güneş sedir ağaç- larının arasında ufukta kaybolurken, biz gece serinliğini ciğerlerimize çekiyoruz. Kızıldağ'da yıldızların zamanı başlıyor şimdi.
ATEŞİN BAŞINDAYIZ
Kamp ateşinin yanıbaşındayız artık. Yemek ve sohbet zamanı. Kampın en güzel zamanı. Kampın en keyifli yanıdır sohbet. Hayattan söz ediyoruz, umutlardan... Hayal kırıklıklarından, sürprizlerinden yaşamın, acılarından... Yukarıda yıldızlar ışıldıyor, ay ışığında hafifçe parlayan bulutlar arasında. Bir avuç dolusu götüreceğim, sözüm var... Gün doğarken uyanıyoruz, bol oksijen başımızı döndürüyor. Yolculuk Beyşehir Gölü'ne bu kez. 51 kilometre uzaklığa, Yenişarbademli'ye kadar gidip dönüyoruz. Sağımızda ardıç ormanlarıyla kaplı tepeler, ansızın önümüzden geçen sincaplar, göçe hazırlanan leylekler, kırlangıçlar, solumuzda kısmetini bekleyen balıkçılar. Burası Türkiye'nin en büyük tatlı su gölü. Değerli doğa hazinelerimizden biri. Doğanın bütün zenginliklerini sunduğu bir ülkede yaşamak mutlu ediyor bazen. Artık dönüş zamanı. Ruhumuzda dinginliğin, sessizliğin ve huzurun lezzeti, dönüyoruz. Aklımda o şiirden dizeler: "Oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü İpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa birgün"