Bu nedenle Suudi Arabistan'da İslam alimleri mevcut rejimin ve özellikle de MbS'nin isteklerinin aksine hiçbir şekilde açıklamada bulunamaz ve fetva veremez hale geldi.
İşin daha da vahim yönü ise ülkedeki alimler MbS'nin yaptıklarını ve söylediklerini kayıtsız şartsız desteklemeye ve onun propagandasını yapmaya başladı.
Sözlerinin akıbetini iyice düşünemeden açıklama yapanlar ise ya hapse atıldı ya da bulundukları görevden alındı. İslamın ilk mescidi olan Kuba Mescidi İmam Hatibi Salih el-Megamisi bu akıbeti yaşayanlardan biri oldu.
Megamisi, Twitter hesabından yaptığı bir paylaşımda, "Belaların üzerimizden kalkması ve salgından (koronavirüs) kurtulma sebeplerinden biri de -mümkün olduğu kadar- hatalı mahpusların affedilmesidir." ifadesini kullanmıştı.
"Mümkün olduğu kadar" ifadesini kullanarak bu çağrıyı yapma konusunda ne kadar çekimser olduğunu ortaya koyan Megamisi'nin Suud ailesini, ülkedeki rejimi ve uygulamalarını parlatmaya çalışmakta sınır tanımaması, onun görevde kalmasını sağlamaya yetmedi.
Megamisi'nin Kuba Mescidi'ndeki görevine son verilerek yerine rejimi övmekle tanınan alimlerden biri atandı.
Daha sonra paylaşımından dolayı özür dileyen Megamisi, her münasebette ve yerde MbS'nin safında yer almış ve gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Ekim 2018'de öldürülmesinden infaz ekibini sorumlu tutarak MbS'yi temize çıkarmaya çalışmıştı.
İnfaz ekibinin, MbS'nin bilgisi dışında yetkilerini aşarak Kaşıkçı'yı öldürdüklerini ileri süren Megamisi, bazı ülke, cemaat ve gazetelerin "MbS'yi küçük düşürmek için iş birliği yaptığını ancak soğukkanlılığı ve muhtemelen Allah ile arasında var olan sırdan dolayı Allah'ın kendisini bu girişimden kurtardığını" söylemişti.
MbS'yi övmek ve onun aldığı kararların ve politikasının propagandasını yapmakla yetinmeyen Megamisi, kendisini MbS'nin düşman olarak gördüğü kişilere saldırı platformu haline getirdi ve her münasebette Türkiye, Katar ve siyasal İslami cemaatlere saldırmaya başladı.
Ancak tüm bunlar MbS'nin gazabından kurtulmasına yetmedi. Eğer MbS kendisine biat eden ve ölümüne savunuculuğunu yapanlara en ufak bir yanlışlarında böyle baskı uygulama yoluna gidiyorsa kendisini övmeyen ve hiç bir hizmetleri olmayan diğer alimlere ne yapar acaba?
Bu durum bizi bir soru sormaya zorluyor: MbS, Suudi Arabistanlı alimlerden ve vaizlerden ne istiyor?
Suudi Arabistan'da yönetim ile alimler arasındaki tarihi boyutu göz önünde bulundurmadan bu soruya yeterli cevap vermek mümkün değil.
YÖNETİM VE ALİMLER ARASINDA TARİHSEL İLİŞKİ
İktidar ve davet, Suud hanedanlığının oluşumundan itibaren yönetimin en önemli özellikleriydi ve Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab'ın davet çalışmaları Suud hanedanlığının iktidarının temel taşlarını oluşturuyordu.
Suudi yönetimi, kurucu kral döneminden itibaren, siyasi yönetiminin meşruiyetinin büyük ölçüde İslam dünyası içindeki konumuyla ve özellikle kutsal mekanlarla ilişkili olduğunun farkındaydı. Din kisveli muhafazakar kraliyet rejiminin içeride ve dışarıda bu meşruiyetini güçlendirmek için başvurduğu en önemli unsuru, ulema temsil etti.
Ülkenin siyasi iktidarını teşkil eden Suud ailesi (Al Suud) ile ulemayı temsil eden Al Şeyh ailesi arasındaki ittifak gereği, dini otorite, yani ulema sınıfı hanedanın aldığı kararları meşrulaştırma görevini yürüttü.
Bu ikili ittifak neticesinde bin Abdulvahhab'ın reformcu yaklaşımından etkilenen Suudi Arabistan toplumu, muhafazakar kisveye büründü.
Suudi Arabistan'da davetçilik, İslam toplumlarını etkileyen yumuşak bir güç mesabesindeydi. Suudi Arabistanlı alimlerin, Haremeyn ve vahiy diyarının alimleri olmaları hasebiyle İslam aleminin nezdinde önemli yerleri vardı.
İslam dünyasındaki her evde mutlaka Suudi Arabistanlı bir alimin kitabı, Kuran tilaveti veya konferans konuşmasının olduğu bir kaset bulunurdu. Suudi Arabistan ve alimleri tüm Müslümanların kıblesiydi ve tüm bunlar İslam aleminde Suudi Arabistan'ın dini öncülüğü düşüncesini güçlendirmeye katkı sağladı.
Suud ailesi aynı zamanda ülkede yürütülen davet çalışmalarından "yöneticilere itaat edilmesi ve emirlerine karşı gelinmemesi gerektiğini topluma kabul ettirme konusunda" faydalandı. Körfez Savaşı sırasında ise Suud ailesi ile Suudi Arabistanlı alimler ve davetçiler arasındaki ilişkilerin gidişatı değişti.
Kuveyt'in 1991'de Irak işgalinden kurtarılması için Müslüman olmayan dış güçlerden yardım talep edilmesi konusu gündeme geldiğinde bazı alimler, bunun caiz olduğuna dair bir delil bulamadıkları için muhalif görüş bildirdi ve birçoğu tutuklandı.
Bu dönemde ülkedeki yönetim ile alimler arasındaki uçurum arttı.
Suud ailesi, rejimin politikalarına ve uygulamalarına en ufak bir muhalefet gösteren her alimi tutuklama yoluna gitti. İslam Peygamberi Hazreti Muhammed'e hakaret eden karikatürü protesto etmek için Danimarka'nın Riyad Büyükelçiliği'nin kapatılmasını talep eden Şeyh Halid er-Raşid de tutuklandı ve 2005'te yargılanarak 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Kral Selman bin Abdulaziz ve oğlu MbS döneminde de rejimin istemediği ve rıza göstermediği şekilde konuşan alimlere yönelik tutuklama politikasına devam edildi. Suudi Arabistan'da tanınmış alimlerden Abdulaziz et-Tarifi de tutuklananlar arasında yer aldı. Tarifi, 2016'da katıldığı bir televizyon programında, eşi uzun yıllardır hapiste bulunan bir kadının sorusu üzerine üzün süreli yargısız tutukluluk uygulamasının zulüm olduğunu belirtmişti.
MbS, Veliaht Prenslik görevine, Müslüman Kardeşler Teşkilatı'nın (İhvan) içinden çıkan Uyanış Akımı'nı (Sahve şeyhlerini) yok etme tehdidinde bulunarak başladı ve aşırıcılıktan Sahve şeyhlerini sorumlu tuttu.
SAHVE ŞEYHLERİ
MbS'nin bu tehdidi üzerine Sahve şeyhleri hapse atıldı ve bunların önde gelenlerinden biri de Suudi Arabistan'ın tanınmış alimlerinden Dr. Selman el-Avde'ydi. Avde, Haziran 2017'de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır'ın Katar'a karşı abluka uygulamaya başlaması üzerine Twitter hesabından yaptığı paylaşımında "küskünlüğün sonlandırılması ve kelime birliğinin sağlanması" temennisinde bulunmuştu.
Sahve şeyhlerinin önde gelenlerinden Sefer el-Havali, Avad el-Karni, Ali el-Ömeri, Muhammed Musa eş-Şerif ve Ahmed es-Suyan gibi onlarcası mahkeme kararı olmadan kaçırırcasına tutuklanarak hapse atıldı.
Ülkenin fiili yöneticisi durumuna gelen MbS'nin, yöneticilerin kutsallaştırılmasını ve onu mutlak özümsemeyi reddeden, yönetime karşı en ufak bir devrimci fikir taşıyan herkesi ortadan kaldırmak ve şura esasına dayalı bir yönetim düşüncesine sahip kişileri takip ederek kuşatma altına almak istediği anlaşıldı.
Ayrıca MbS'nin, kökten dinci akımlardan korkan Amerikan şemsiyesi altında yürüyerek ülkeyi küreselleşmeye doğru götürdüğü görülüyor.
MbS'nin bu yönelimi, ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan ile 400 milyar dolarlık anlaşmaya imza attığı ve İtidal Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele Merkezi'nin açılışının gerçekleştirildiği Riyad zirvesinde ortaya çıktı.
Emri Bil Maruf ve Nehyi Anil Münker (İyiliği Emretme ve Kötülükten Alıkoyma) heyetinin yetkileri de MbS döneminde sınırlandırılarak, neredeyse "yok" durumuna getirdi.
Tüm bu anlatılanlardan yola çıkarak MbS'nin, aşağıda zikredeceğimiz kesimin dışında alimlerin ve vaizlerin bulunmasını istemediği ortaya çıkıyor.
Bunların başında, resmi dini kurumlarda görevli olan, yönetimin tüm politikalarını en ufak bir muhalefet göstermeden kabul eden ve onu haklı çıkarmak için elinden gayreti gösteren, resmi statüsü bulunan alimler yer alıyor.
İkinci sırada ise Körfez Savaşı sırasında ortaya çıkan, yöneticiye kutsallık atfeden ve ona açıktan nasihat edilmesini suç sayan El-Camiyye ve El-Medehile isimli akım geliyor.
Sonuncu kesim ise Sahve akımından ayrılan Şeyh Aid el-Karni gibi eski düşüncelerinden vazgeçerek, kendilerini rejimin politikasını yaymaya ve karşıtlarına saldırmaya adayanlar.
MbS ise tüm politikalarını muhalefet etmeksizin benimsedikleri sürece bu alimlerin varlığını kabul eder ancak kendileri için belirlenen çizgiden sapanların sonu ise en az Megamisi gibi olur.