O büyük ve görkemli çamdan bir yaprak daha düştü. Yeşilçam ağacı biraz daha çıplak kaldı. Ama bu ağaç öylesine güçlü, öylesine sağlam ki, ne yapsanız sarsamıyorsunuz. Bu mucize nasıl oluyor? Tüm ülkelerde eskiler elbette saygı gören, ama çoktan unutulmuş, ancak öldüklerinde şöyle bir hatırlanan isimler oldukları halde, bizde hâlâ böylesine seviliyor ve toplumun ortak belleğinden hiç çıkmıyor? Ekrem Bora'nın kariyeri buna kimi yanıtlar veriyor. O dönemin gereği, aranan aşağı-yukarı sadece güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler olduğu için, buna önayak olan o ünlü sinema dergilerinden birinin, Ses'in kapak yıldızı yarışmasından gelmiş o da... Araya hemen askerlik girdiği için, ancak iki yıl sonra döndüğünde ilk filmini çekebilmiş. Yıl 1955. Film sayısı giderek artıyor. Yılda 3-4 filmden 1964'de 12, ertesi yıl 13 filme sıçrama yapıyor. 1966'nın 11 filmini, 1967'nin tam 17 filmi izliyor. Dünya çapında rekorlar bunlar! İşte o zaman bu büyük sevgiyi kavrayabiliyorsunuz. Böylesine sık ve çok dönemin kitle için tek eğlencesi olan beyazperdeye gelebilmek, seyircinin her ay karşısında yeni bir Ekrem Bora filmi bulması, nasıl büyük bir bağlılık yaratmaz ki... Çoğu önemli olmayan, bugünlere kalmayan, birbirinin kopyası filmler olabilir. Ama öylesine yoğun ve hareketli bir dünya, öylesine zengin bir düşler alemi yaratıyorlar ki... Karakterler birbirine benzese de, kuşkusuz nüans farkları var. Böylece diyelim ki; Ekrem Bora yaklaşık 40 yıllık sinema kariyeri içinde 130 filmle, demek ki 130 değişik karakterle seyirciye görünüyor. Ve artık onun dünyasının ayrılmaz bir parçası oluyor. Büyük çoğunluğu sonraki yıllarda TV gösterimleri aracılığıyla yeni kuşaklara aktarılan, dolayısıyla eksilmeyen bir sevgi halesi...
'ANTİPATİK ZENGİN' ALGISINI YIKTI
Sinema tarihçisi gözüyle bakarsanız, elbette ilginç ve başarılı rolleri var. Örneğin 60'ların başlarındaki Metin Erksan filmleri: Acı Hayat ve Suçlular Aramızda... Halit Refiğ'in Şafak Bekçileri, Atıf Yılmaz'ın Kalbe Vuran Düşman ve Pembe Kadın'ı, Haldun Dormen'in Bozuk Düzen'i. Ve elbette Ertem Eğilmez'in ünlü Sürtük melodramı. Ve orada, onun o ünlü gazino patronu kompozisyonlarından biri. Anadolu'nun bağrından çıkıp gelmiş o karayağız ve bıçkın gençlerin yanı sıra; Avrupalı sarışınlığının kentsoyluları, yani açıkça zenginleri oynamaya mahkum ettiği bir oyuncu. Ki o yılların yazılı olmayan Yeşilçam kuralları gereğince, sınıfsal ayrımlar vardır ve önemlidir. Ve asıl delikanlı ya da 'jön', tıpkı seyircinin büyük çoğunluğu gibi, fakir (ve de esmer) olmak zorundadır. 'Yeter ki gönlü zengin olsun!' İşte Ekrem Bora bu dezavantaja rağmen, oynadığı zenginlerin genelde antipatik olması kuralını aşarak, kendisini çok sevdirmişti. Bunda onun o kötülere bile inanılmaz insancıllık öğeleri ekleyebilmesi de etkili olmuştur. Ayrıca iyi yürekli kahramanları da çoktur. Kariyerinin sonlarında (1990'larda) rol aldığı en azından iki film, Engin Ayça'nın Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu (Şoray'la son beraberliği) ve rahmetli Orhan Aksoy'un Yumuşak Ten filmleriyse, onun artık nasıl seçkin bir oyuncuya dönüştüğünün açık kanıtlarıdır. Ekrem Bora kolay unutulmayacak. Sevgi iyi de, keşke o filmleri yeniden görebilsek, kentte küçük bir salonu Türk klasiklerine ayırabilsek, onarılmış kopyalarını DVD'lerde bulabilsek... Asıl sevgi öyle olurdu.