Concertgebouw'dan Leonard Cohen'e, şu hayatta az konsere gitmedik. Konser seyircilerini kategorize edecek yetkinliğe ulaşmışızdır herhalde. Son iki hafta içinde de bilgilerimizi güncelledik: Uluslararası Caz Günü yıldızlar geçidi... Nejat Eczacıbaşı'nı anma vesilesiyle sahne alan New York Filarmoni Orkestrası... Justin Bieber deliliği... Bir rock opera ama onu da konserden sayarsak,
We Will Rock You... Bazı seyirciler, sahnedekilerle yarışıyordu doğrusu. Kulaklarını çınlatalım:
TELEFONU ELİNDE, EKRAN IŞIĞINI GÖZÜMÜZE SOKAN MÜTECAVİZLER
Bir ara, kapatmayı unuttukları için konser esnasında cebi çalanlardan şikayet edilir, olay esnasında pis pis bakılır, çıkçıklanırdı. Gerçi en son New York Filarmoni konseri sırasında yaşadık bu nostaljiyi ama artık esas sorun başka: Telefonun sesi değil, ışığı taciz ediyor. Max Aub'un
Örnek Suçlar diye bir kitabı vardır. Üç-beş cümlelik itiraflarda, birini öldürmenin ne kadar mümkün olduğunu görürsünüz. Dünya Caz Günü konserinde Max Aub'u andım. Önümdeki kız, iki saat boyunca bir tek saniye elinden bırakmadığı telefonunun ışığıyla Aya İrini'nin atmosferini de, bizim konser zevkimizi de mundar ederek nevrotik bir Twitter, Facebook, Instagram mesaisi yaptı. Arada fotoğraf çekip paylaşsa, tweet atsa anlayacağım. Ama hayır, kedi fotoğraflarındaki tüylerden boğulacaktım! Bu kadar ayarını kaçırana ilk defa rastlıyorum, ama böyle bir seyirci tipi var artık: Telefonla fener tacizi uygulayanlar. İkiye ayrılıyorlar: Bir, konserle hiç alakası olmayıp kendi sosyal âleminde oynayan, oyalananlar. İki, konserde olduğunu bütün dünyaya ilan etmek için canlı yayın yapanlar. O ekranın göründüğünü, o ışığın insanı hasta, hatta katil edebileceğini bilmiyor olamazlar. Umurlarında değil. Küstah ve mütecavizler.
HİSLENDİĞİ İÇİN, ANASINI-BABASINI BULAMADIĞI İÇİN AĞLAYANLAR
Okuduğum en iyi Justin Bieber izlenimi Ebru Çapa'nınkiydi: "Ortalık, bir histeri arenası: Millet ağlıyor. Çocukların neredeyse tümü. Kimisi Justin dolaylı muhtelif hislenme hallerinden, kimisi anasını-babasını bulamadığından, kimisi sırf ergen olduğu, kimisi uykusu geldiği ya da acıktığı ya da çişi geldiği için. Ebeveynler de var: Çocuğunu arayıp bulamayanlar, bulunca, bu kadar uğraştık bu çocuğu mutlu edelim diye, şimdi niye ağlıyor triplerinde olanlar... Herkes mi ağlar, evet ağlıyor."
OTOPARKTA BEKLEMEMEK İÇİN ALARM VERİLMİŞ GİBİ KAÇIŞANLAR
Ne mühim klasik müzik konserlerinde, ne had bildiren ahkamcı teyzelerin, yanlış yerde alkış koptu diye pek ayıplayan ne elitist yengelerin, karşı tarafa kalkan servisi kaçırmamak için ne hallere düştüklerini gördük. İstanbul trafiğiyle baş etmek elbette ki kolay iş değil. Arabana park yeri bulmak elbette kolay iş değil. Ama iyi bir konserin de bu kadarcık bedeli olsun artık. New York Filarmoni, ayağına gelmiş. Çıkışta da bir zahmet sıkılıver. 10 dakikanı da otoparkta kaybediver. Ama hayır! Çok kıymetli o 10 dakikaları. Çok önemli, otoparktan ilk yırtan olmaları. Orkestra çalarken, yangın alarmı verilmiş gibi patır patır, birbirlerinin eteğini tuta tuta, sürü gibi kaçışıyorlar. En şöhretliler. En hatırlılar. En Beyaz Türkler. Utanç vericiler. İKİ
ELİNİ ÇIRPMAKTAN İMTİNA EDEN ALKIŞ CİMRİLERİ
Gevşek el sıkanlar gibi, bunlar da sıcak bakmadığımız bir tür: İki ellerini birbirine anca değdiriyorlar, ödleri kopuyor o esnada maazallah bir ses çıkacak diye. Sahnede canlı olarak onca ter dökenden bir alkışı esirgemek, çok belirleyici bir davranış... 'Yaralı parmağa işemeyenler'in ağababası bunlar. Allah kimseyi onlara muhtaç etmesin.