Salı
günü İstanbul'da çok anormal şeyler oldu. İstanbul'da anormal şeyler hep oluyor, doğru. Şehir/ülke normalleri böyle. Çarşamba günü (1 Mayıs) yaşananlar da normal olmaktan çok uzaktı. Onun öncesinde kırmızı ruj krizi var; o da hiç normal değil. Ama bunlar asap bozucu işler. Salı günkü anormallik ise umut veren, Ajda Pekkan lisanıyla konuşursak onore eden, birkaç yıl önce olsa hayal bile edemeyeceğimiz hem de evrensel bir durumdu. Uluslararası Caz Günü, İstanbul'da kutlanıyordu. Sabah Galatasaray Lisesi'nde başlayaraktan, kentin dört bir köşesinde konserler vardı. Ghetto'da Nicola Conte Combo, Nublu'da İlhan Erşahin, Salon'da Caz Ağacı: Duke Ellington... Fakat esas hadise Aya İrini'deydi. Günler önce davetiyede caz âlemi büyüklerinin onlarcasının adını, 'Katılımıyla' ibaresiyle bir arada görünce, önce dedim ki, yok artık... Al Jarreau, Branford Marsalis, Dianne Reeves, Eddie Palmieri, George Duke, Herbie Hancock, Jean-Luc Ponty, John McLaughlin, Marcus Miller, Wayne Shorter, Zakir Hussain... Herhalde bunların hepsinin birden aynı gece Aya İrini'de olacak hali yok... Birkaçını burada canlı seyredeceğiz, kalanı da dev ekranlardan iştirak edecek zaar... Fakat halk arasında 'too good to be true' denen bir durumla karşı karşıyaydık. İster İstanbul'un bir marka kent olarak yükselişine, ister ABD'nin yumuşak gücünü geri kazanma gayretine, ister UNESCO'nun iyi niyetine bağlayın... UNESCO ve Thelonious Monk Enstitüsü tarafından geçen yıl New Orleans, New York ve Paris'te siftahı yapılan Uluslararası Caz Günü'nün ikincisinin merkezi İstanbul'du. Bu caz büyüklerinin, her biri tek başına sahne alıyor olsa bilet alıp tek tek gideceğimiz onca caz mühiminin, inanılır gibi değil ama hepsi bir arada Aya İrini'deydi. TC (Dışişleri ve Kültür Bakanlıkları da destekliyordu) işbirliği ve İKSV ortaklığıyla, laf olsun diye değil, hakikaten tarihe geçecek geceydi. Pek çok siteden canlı yayınlanması, bütün bu sanatçılarla beraber İstanbul'un da sahne alması ve 64 ülkeden izlenmesi, milyon dolarlarla ölçülemeyecek bir tanıtım demekti. Buna ayrı, sahnedeki yıldızlar geçidi şovuna ayrı, hayretten hayrete savrulduk gece boyu. John McLauhglin hâlâ ne kadar yakışıklı ve fit; beyaz saçlar da ayrı bir karizma rüzgarı estiriyor... Jean-Luc Ponty, birinin saçını okşar gibi keman çalıyor, öyle kaymaksı... Güney Afrikalı trompetçi Hugh Masekela'yla tren gezisi, olağanüstü gerçeğe yakın ve nefes kesiciydi... Diane Reeves şakırken, iki yanındaki iki adamın da ondan kalır yanı yoktu: Hüsnü Şenlendirici klarneti, Bilal Karaman gitarı basbayağı konuşturdu... Farklı ekiplerle karşımıza çıkan İmer Demirer de dünya çapında bir müzisyen olduğunun sağlamasını yaptırdı... Al Jarreau, George Duke, Marcus Miller'lı 'Take Five' ayrı keyifti... Joss Stone'un enerjisi ne kadar yüksek, Esperanza Spalding de amma maharetli... Konuşmalardan en anlamlısı, genel sunumu ve cazın birleştiriciliğine dair söylediklerinden başka, Ertegün'ler hakkında dedikleriyle de Herbie Hancock'unkiydi. Konuşmalardan en matrağı, elbette ki Cem Yılmaz'ınkiydi. İngilizce olarak da güldürebildiğini gösterdi Cem Yılmaz. İyi hazırlanmıştı; zeki, hızlı ve komikti her zamanki gibi. Her bir cümlesi ayrı espriydi. Konuşmalardan en 'Hay Allah'ım yarabbim, hay Allah'ım yarabbim' diye insanı isyan ettireni ise Kültür Bakanı'nınkiydi. 'Caz yapma' deyiminin anlamı öyle değil, bu esprinin yeri değil. Cem Yılmaz, göreve!
MEVLANA KADIN-ERKEK AYRIMI YAPAR MIYDI?
3-7 Mayıs tarihlerinde Mevlana Karşılama Törenleri düzenleniyor; görmüşsünüzdür haberlerini. Konya Büyükşehir Belediyesi boy boy ilanlar veriyor günlerdir. Mevlana'nın Konya'yı teşrifinin 785. yılında, herkesi Mevlana'yı karşılama etkinliklerine, 'ilmin başkenti' dedikleri Konya'ya davet ediyorlar. Facebook ve Twitter ayağı da olan komple bir harekat; @bnmicinmevlana sayfasına içinizdeki Elif Şafak'ı dökebiliyorsunuz! Fakat şöyle garip bir durum var: Verdikleri tam sayfalık ilana bakıyor, eğer kadınsanız kendinizi fevkalade dışlanmış hissediyorsunuz. Son yıllarda Mevlana/
Mesnevi üstüne adeta kariyer yapan, kendini bu yolla neredeyse yeni baştan inşa eden orta üst sınıf kadınlardan olsam feci bozulurdum. İslam ritüellerine karşı mesafeli duran ama bir inanca sarılma ihtiyacıyla da yanıp tutuşan, Mevlana/
Mesnevi ile çıldırıp ona can simidi muamelesi yapan orta üst sınıf kadınlardan olsam dağılırdım. Bu tam sayfalık ilanda bir sürü ünlüden "Benim içim Mevlana..." cümleleri almışlar. Kenan Işık "Dünya'nın huzuru, özgürlüğü, adaleti ve eşitliği için uğraşmış en önemli mütefekkirlerden biridir," diyor mesela. Ahmet Ümit "İnsan ruhuna yapılan bir yolculuk demektir. Karmaşadan yalınlığa, belirsizlikten çözüme, çaresizlikten umuda açılan bir yolculuk," diyor. Hasan Kaçan "Bize asıl yarimizi gösteren bir güneş ışığıdır," diyor. Bedirhan Gökçe "Samimiyettir. Ya olduğun gibi görünmek ya da göründüğün gibi olmaktır," diyor. Cemal Hünal da aynı fikirde: "Mevlana'nın öğretisi ne güzel davettir, ne eşsiz bir armağandır insanlığa... Neysek öyle gelelim, kimse öyle sevelim." Okan Bayülgen her zamanki üslupta: "Bugünkü halimizin tarifidir." Böyle devam ediyor, üşenmeyip saydım, sayfadaki toplam 22 (+3) erkeğin (Kolpa grubu tek ağız, tek cümle ama 1+3=4 kişi) sözleri... Peki bu 22 (+3) erkeğe karşılık kaç kadın var dersiniz? Bir! Evet, 22 (+3) erkeğin karşılığında tek bir kadının lafına iltifat edilmiş! Tüm kadınları temsil etmesi için Muazzez Ersoy seçilmiş. "Çok büyük bir aşk ve bütün dünya'yı kapsayanbüyük bir ayna," diyor Muazzez Ersoy'un cümlesi, böyle de tashih ile... Bu kadar birleştirici bir anma organizasyonunda bile böylesine ayrımcı davranmak, hayret bir hâl!