Size Türkiye'nin en iyi romancılarından birinin lise mezunu bile olmadığını söylesem... İstanbul, Ankara ya da İzmir'de değil, Anadolu'nun küçük bir şehrinde yaşadığını... Yazdığı hemen her roman ödül aldığı halde iş arkadaşlarının, komşularının, hatta bazı akrabalarının onun yazar olduğunu bilmediğini... Evet! Böyle biri var. Adı Metin Savaş. Balıkesir'de yaşıyor. Yıllarca Zağnos Paşa Camisi'nin karşısındaki küçük bir büfeyi işletti. Hiç evlenmedi. Geçtiğimiz haftalarda bir üniversite öğretim üyesi, kitaplarını okuyan ve imzalatmak isteyen öğrencilerini, İhlas Haber Ajansı muhabiriyle birlikte ona gönderene kadar Balıkesir ahalisi şehirlerinde böyle bir yazarın yaşadığından habersizdi. Metin Savaş'ı
Zemheri Kuyusu romanıyla tanıdım. Böylesine güçlü bir üslup kurmuş bir yazarın adını bile duymamış olmama şaşırmıştım. Biraz araştırınca gördüm ki
Zemheri Kuyusu 2005 yılında Türkiye Yazarlar Birliği'nin roman ödülünü almış. İlk romanı
Efendi Dayının Kozalakları, Tuzla Belediyesi'nin 1999 yılında açtığı yarışmayı kazanmış. O yarışmada Savaş, birinciliği bugünlerde Star gazetesi yazarı olan Ahmet Kekeç'le paylaşmış. Keşke Kekeç de roman yazmaya devam etseydi. Geçtiğimiz günlerde yazarın son romanı geçti elime:
Erlik. Şöyle bir bakmak için ilk sayfayı açtım ve bitirene kadar elimden bırakamadım. Ötüken Yayınevi'ni arayıp bana yazarla bir görüşme ayarlamalarını rica ettim. Ve fotoğrafçı arkadaşım Erkan Sevenler'le birlikte bir gece yarısı düştük Balıkesir yollarına.
KÖRMESLER İLE ARKARLARIN MÜCADELESİ
Metin Savaş, taşrada yaşayan az sayıdaki romancılarımız arasında. Yaşantısıyla da hayatın da taşrasında. Ama yazdıkları edebiyatımızın taşrasında değil. Alıştığımız yazar profillerine uymuyor. Bunun sırrı da hayat hikayesinde saklı. Vefa Lisesi'nin birinci sınıfında okurken ailesinin işleri bozulmuş. İstanbul'da tutunamamış ve memleketleri olan Balıkesir'e dönmüşler. Askerliğini yaptıktan sonra, amcasıyla birlikte merkezdeki Zağnos Paşa Camisi'nin karşısındaki küçük bir büfeyi işletmeye başlamış. "Dayımın evinde duvarlar baştan başa kitap doluydu. O günden beri durmaksızın okurum," diyor. Kemalettin Tuğcu'ları ve daha birçoklarını okumuş ama belleğinde iz bırakan ilk roman Halide Edip'in
Sinekli Bakkal'ı olmuş. "Orta okuldayken evdeki daktiloda yeğenlerime bir sayfalık masallar yazardım ama yazar olacağımı hiç düşünmezdim." Bir yandan küçük bir büfeyi işletip sigara, çakmak ve gazete satarken, diğer yandan tezgahın arkasında gizli gizli okumaya devam ediyormuş. Sonra kendisi de yazmaya başlamış. Yazdığı ilk hikayeyi bir zarfa koyup
Türk Edebiyatı dergisine göndermiş. Dergidekiler etkilenmiş ve hemen yayımlamışlar. Daha sonra gönderdiği hikayeleri de...
Ninemin Türküleri ile Ömer Seyfettin Öykü Yarışması'nda ödül kazanan Metin Savaş, hikayelerinin yayımlandığı dergilerden kimseye söz etmemiş, aile fertlerine bile. Balıkesir Parkı'nda otururken ayaklarının altında duran büyük bir kozalağa takılmış gözü. Tuzla Belediyesi'nden ödül alan
Efendi Dayının Kozalakları adlı romanını yazmaya böyle başlamış. Daha sonra Balıkesir'in bir ilçesinde yaşanmış bir olaydan ilham alarak
Polika'nın Yeşil Çimenleri'ni yazmış. Polika bir Rum kızıdır ve onun aşkı anlatılır kitapta. Yazar o kadar az tanınmaktadır ki romanın adının 'Politika'nın Yeşil Çimenleri' olduğu sanılır hâlâ. Ötüken Yayınevi'nin o dönemki yöneticisi Nurhan Alpay anlattı: "Bize her yıl onlarca roman önerisi gelir. Hepsini büyük bir titizlikle değerlendiririz. Beğendiklerimizin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Onların da üzerinde çalışmak gerekir. Ama
Zemheri Kuyusu çok farklıydı. İlk bölümü okur okumaz anladık keşfedilmeyi ve işlenmeyi bekleyen bir hazineyle karşı karşıya olduğumuzu. Hayran kaldık. Çağdaş Türk edebiyatının en heyecan verici yazarlarından biriyle karşı karşıyaydık." Metin Savaş'ı keşfedip bütün öğrencilerine tavsiye eden Doç. Dr. Mustafa Özsarı biraz daha ileriye götürüyor işi: "Metin Savaş, Türk edebiyatının yaşayan en büyük romancısıdır."
Zemheri Kuyusu'nu
Melengicin Gölgesinde takip eder. "Roman tekniği bakımından en güçlü kitabım odur," diyor Metin Savaş. Ardından
Kargalar Derneği gelir. Kökü kadim zamanlara dayanan gizli bir teşkilatın ve ona rakip olan unsurların peşinde koştuğu kutsal bir emanetin hikayesi... Ve son olarak
Erlik, bu yıl yayımlandı. Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği'nin yılın romanı ödülünü aldı. Merak edenler için söyleyelim: Erlik bir sıfat değildir, kötü yeraltı ruhlarının liderinin adıdır. Ve körmesler denilen bu gizemli topluluğun karşısında onlarla iyilik adına mücadele eden Arkarlar vardır.
YAZAR OLDUĞUNU BANA BİLE SÖYLEMEDİ
Taşrada yaşayan yazarların çoğu, kitaplarında büyük şehirleri anlatır. Savaş'ın da İstanbul ve Bursa'yı anlatan romanları var ama çoğunda olaylar Balıkesir'de geçiyor. Bu da önemli bir özellik. Savaş'ın romanlarının arka planında hanları, hamamları, çarşıları, eski evleri, camileri, türbeleri, saatleri, çeşmeleri, restoranları, pastaneleri, caddeleri ve sokaklarıyla bütün bir Balıkesir var. Sadece mekan ve binaları değil insanları da. Hem mecazi hem de gerçek anlamıyla. Örneğin, son romanındaki şizofren karakter Feridun Öküztepen'in vaktiyle Balıkesir'de bulunan tarihi handa çalışan üç kardeşten birinden ilhamla yazıldığını anlıyoruz. "Lakabı 'minik', iri yarı bir adamdı." Romanda geçen Kanaat Lokantası da o handaymış. Depreme dayanıklı olmadığı gerekçesiyle yıkılınca caddenin karşısına taşınmış. Öğle yemeğini Kanaat Lokantası'nda yiyoruz. Yazar Süleyman Pehlivan anlatıyor: "Balıkesir'in en eski mekanlarından biridir. Sabahın beşinde tıklım tıklım dolar. İçerisinde beyaz et ve dana eti bulunan pideli paçası çok meşhurdur. İnsanlar gelip o çorbadan içer ve işlerine giderler." Tam da Metin Savaş'ın romanda anlattığı gibi... "Metin'in romanda anlattığı Feridun Öküztepen (gerçek hayattaki adı farklı), haldeki getir götür işlerine bakardı ve Kanaat'in sahipleri çorba için ondan para almazdı," diyor Pehlivan çıkarken. Romanda anlatılan bir diğer mekana, Balkaya Pastanesi'ne geçiyoruz.
Erlik'in kahramanları, kadın yazar Sibel İpekçiler'le, onun bir romanından çıkıp peşine düşen uat Katran'ın buluşma mekanlarına... Pastane de lokanta gibi tarihi bir niteliğe sahip. "Balıkesir'de içinde oturmak için yer olan ilk pastane," olarak açıklıyorlar durumu. Meşhur kaymaklı ekmek kadayıfı sipariş edip, çalışanlarla konuşmaya başlıyoruz. "Bu romanda birçok yerde sizin pastaneden söz ediliyor," diyorum. Şaşırıyor, not almak için kalem kağıt getiriyorlar. "Metin Savaş'ı tanıyor musunuz?" Belli ki tanımıyorlar. Sadece kasada bulunan kişi, onun 'büfe işleten ve çok kitap okuyan biri' olduğunu biliyor. Ama hemen yanımda oturan kişinin Metin Savaş olduğunu kimse bilmiyor. Biz bu konuşmaları yaparken Metin Savaş tek kelime bile söylemiyor. Oradan Tivoli kitapçısına geçiyoruz. Metin Savaş yeni gelen kitapları inceleyip notlar alırken kitapçının sahibi Nurettin Rodoplu ile konuşuyoruz. "Mekanı beş yıl önce açtık. Metin Bey o günden beri buraya en çok gelenlerdir. Onun kadar okuyan çok az Balıkesir'de. Gelir, kitap alır, kitaplar hakkında konuşuruz. Onun kitaplarını da satıyoruz ama bir kez olsun bana yazar olduğunu söylemedi. Üç ay önce yanınızdaki Süleyman Pehlivan uyardı da farkına vardım. Halen şaşkınım." Metin Savaş işte böyle bir adam. Bir Ekşi Sözlük yazarının cümlesi geliyor aklıma: "Sessiz ama derinden gelen
BİLİNÇ AKIŞINI SEVEN YAZAR
Başka yazarlar için kusura dönüşebilecek iki konu Savaş'ın romanlarında bir avantaja dönüşmüş. İlki, üniversiteyi bırakın, lise mezunu bile olmaması. Evet, bu bir avantaj, çünkü kimse ona kitapları nasıl okumak ve anlamak zorunda olduğunu anlatıp onu körleştirmemiş. Savaş, kendi yolunu bulmuş. Kitaplarında kilise babalarından Kant'a, Nieszche'ye ve Foucault'ya, Fuzuli ve Şeyh Galip'ten Ahmet Haşim, Peyami Safa, Oğuz Atay, Charles Dickens, Gogol ve hatta Paul Auster'a uzanan sayısız ismin okumaları var. Fakat bu düşünür ve yazarlar hiç dikkatinizi çekmemiş cümle ve tavırlarıyla çıkıyor karşımıza. İkincisi, esnaflık yapması, hayat kavgasının içinde olması. "Bir yazar iyi bir gözlemci olmalı, toplumun içinde yaşamalı. Esnaflık yapmak bana çok faydalı oldu." Savaş'ı özgün yapan şeylerin başında bilinç akışı tekniğini en az Oğuz Atay kadar mükemmel kullanması yatıyor. Zaten kendisi de
Zemheri Kuyusu romanının bir yerinde "Bilinç akışımı seviyorum," diyor. Seviyor ve saklamıyor, satırlarda gürül gürül, engelsiz bir bilinçaltı akıyor. "İyi bir romancı sadece roman tekniğini değil, psikoloji, felsefe, tarih ve sosyoloji gibi alanları da iyi bilmelidir." Psikanalizle ilgili bir konuşmaya başlıyoruz. Anlıyoruz ki Savaş, Freud'dan çok Jung'un görüşlerine yakın. Özellikle onun arketip kavramsallaştırmasını benimsiyor ve kullanıyor. Bu da onu mitoloji konusunda hatırı sayılır bir uzman haline getirmiş.
HİKAYE İÇİNDE HİKAYE
Metin Savaş'ın romanlarını özgün kılan hususlardan biri de 'hikaye içinde hikaye' anlatması. Her kitabı için adeta iki roman birden yazıyor, bunları iç içe geçiriyor, bazen bu hikayelerden biri diğerinden yüz yıl önce yaşanmış oluyor. "Ahmet Mithat Efendi de bunu yapmaya çalışmıştı. Günümüz açısından bakarsak bence postmodern romanın özelliklerinden biri budur." Metin Savaş tartışılacak görüşlerinden birini şöyle paylaşıyor bizimle: "Bir toplumda şeytan güçlüyse iyi romanlar yazılır. Türk toplumunda da yozlaşmayla birlikte şeytan güçleniyor. Bu engellenemez bir süreç." Yazarla Balıkesir sokaklarında yürüyoruz. Kalabalığın içinde görünmez oluyor, adeta kayboluyor. Sadece kalabalıkta değil, kendi içinde de kayboluyor. Dalıp gidiyor. Kolundan tutup çekmek ve "Bu tarafa doğru," demek zorunda kalıyoruz zaman zaman. Uzun yürüyüşler yaptığını ve bu yürüyüşler sırasında romanları hakkında düşünmenin kendisini rahatlattığını açıklıyor.
İŞKENCEYE DAYANAMAM, ÖTERİM
"Birçok insan en büyük romancının Tolstoy olduğunu düşünür ama bence Dostoyevski'dir," diyor Metin Savaş. Yaşayan Türk romancılardan hangisini beğendiğini soruyoruz. "Her yıl 700 civarında roman yayımlanıyor. Hepsini alıp okumaya ne zamanım var ne de imkanım." Batı klasiklerini ve akademik kitapları okumayı tercih ediyor. Buluşmamızda bize eşlik eden Balıkesir Üniversitesi öğretim üyesi ve gazeteci yazar Süleyman Pehlivan "Yıllardır haftada en az iki akademik kitap okurum. Metin neleri okumam gerektiği konusunda bana yol gösterir," diyor. Metin Savaş, geçtiğimiz yıl başında emekli olmaya karar vermiş. 20 yıldan fazla bir süre işlettiği büfenin duvarları yıkılıp yan taraftaki kıraathaneyle birleştirilmiş. O kıraathanede oturuyoruz. Hemen yan tarafındaki ayakkabıcıya soruyorum: "Metin Bey burada sizden gizli kitaplar yazıyormuş?" "Öyleymiş," diyor ve ayakkabıları tamir etmeye devam ediyor. Bu defa da bize çay getiren kişiye takılıyorum: "Metin Savaş'ın romanlarını okudun mu?" "Okumadım abi," diyor. "Metin Abi getirecek de okuyacağız." Metin Savaş'ı Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna romanındaki Raif Efendi'ye benzetiyorum bir an. Gizemli olmak gibi bir derdi yok ve bu onu daha gizemli hale getiriyor. Meşhur olmayı, yeteneğinin bilinmesini ve takdir edilmesini önemsemiyor. Hatta bundan biraz sıkılıyor. "Yerel gazetede fotoğrafım çıkınca eş dost beni sıkıştırmaya başladı. Bazıları gelip 'Romanlarının adı, konusu ne?' diye soruyor. Bir yazarın en sevmediği sorular." Savaş, az ama öz konuşuyor. Süleyman Pehlivan bu durumdan şikayetçi: "Metin'in romanları bağımlılık yaptı bizde. Ama kendisi bir sır küpüdür. Sonunda şubeye çekip konuşturacağım onu." Metin Savaş gülerek ekliyor: "Bir ajan olmak isterdim doğrusu. Ama işkenceye dayanamayıp öterim."