Murat
Uyurkulak, edebiyatımıza
Tol'la giriş yapan,
Har'la müzmin bir okuyucu kitlesi yaratan yeni kuşak yazarlardan. İlki 2002'de, ikincisi 2006'da yayımlanan romanlarından sonra okurlarının üçüncü kitabını hararetle beklediği Uyurkulak,
Behzat Ç'de polislerin romanını okumasıyla kendisini -habersiz de olsa- yeniden anımsattı. Ve bu anımsatmayla Murat Uyurkulak kitapları yok satmaya başladı. Ben de fırsattan istifade hem gazeteci merakımı gidereyim hem de okur olarak 'Hadi artık bitir üçüncü romanını da okuyalım,' demek için Murat Uyurkulak'la buluştum.
- Behzat Ç'
deki jestten haberdar mıydınız?
- Haberim yoktu, Emrah Serbes bana böyle şeylerden bahsetmiyor. Öğrendikten sonra mesaj attım, 'Naptınız laaa?' diye (Gülüyor). İtiraf edeyim heyecanlandım, normalde ben kendimi bu tür şeylere efsunlu gibi görürüm. Övgü beni çok heyecanlandırmaz, yergi de çok üzmez. Ama orada aniden kitabı görünce ister istemez insanın hoşuna gidiyor.
- 'Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,' cümlesini herkes biliyor. Nasıl bir his?
- Bir şey hissetmiyorum, ne mutluluk ne de üzüntü. Hayatın içine atılmış bir cümle işte. Artık bana ait bir cümle de değil, onlara ait.
- Romanlarınızı polisler okusa...
- Sadece polislerin değil, manavların, kabzımalların, kasapların, herkesin okumasını isterim. Polislere özel bir gıcığım yok. Çünkü 1500 TL maaş alan hiçbir insana gıcık olamam. Ben polislerin de emekçi olduğunu, sendikalaşması gerektiğini düşünüyorum. Bir genç kızı dövüp çocuğunu düşürten polisi bile anlamaya çalışıyorum. Bütün devletler suç örgütüdür, o büyük suç örgütlerinin yanında ikiüç polisin esamesi okunmaz. Ama aralarından hiç değilse birkaçı
Tol'da anlatılan o tarihi, o tarihin benim anlattığım kısmını, insanların yaşadığı ızdırabı-çöküşü-ruhsal karmaşaları biraz olsun anlayabilse; belki o copu kaldırırken, vururken biraz elleri titrer.
- Üçüncü romanınız Merhume nasıl gidiyor?
- Bu defa üç harfli olmadı ama bunun da diğerleri gibi bir alt başlığı var.
Tol 'bir intikam romanı'ydı,
Har 'bir kıyamet romanı'ydı,
Merhume de 'bir cinayet romanı' olacak. Ama bildiğimiz anlamda bir polisiye roman değil. Baştan tasarladığım bir şey değildi ama sanırım bir üçleme tamamlanmış olacak böylece. Çünkü bu defa erkek olmakla ilgili, erkekliğin kendine, en çok da çevresindekilere, çoluk çocuğa, kadınlara hayatı cehennem eden o arada kalmışlığı, sürekli kendisinden güçlüye yalakalık yapmak zorunda kalırken, altındakileri ezmesini anlatıyorum. Özetle Pınar Selek'in
Sürüne Sürüne Erkek Olmak'ta anlattığı mevzular. İşin içinde ben de varım. Romanın ikinci kısmını ben yazıyorum. Elbette ilk bölümü de ben yazıyorum ama ikinci bölümün ismi şu: 'Murat Uyurkulak
Merhume'nin ikinci bölümünü yazıyor'.
- Kahraman olarak kitaba giriyorsunuz yani.
- Evet, hem de bayağı bir antikahraman olarak girdim, bundan sonra ne olacak ben de bilmiyorum. Zaten daha bitmedi. Ferah feza yazabilmek, kendini proje haline getirmeyi gerektiriyor. Ben bunu tercih etmedim. Benim oturup yazabilmem için önce çok dolmam gerekiyor. Hatta
Merhume'yi bitiremeyebilirim de. Hatta kitapta bunun parodisini de yapıyorum. '2 bin 543 gün önce son romanını çıkarmış Murat Uyurkulak, kendi kendine şunu diyor: Oğlum lan bitir bu romanı, bitir yoksa seni s..ne takan kalmayacak.'
- Size erkekliği sorgulatan şey ne?
- Erkek olmak çok zor ve kederli bir şey. Yazarken Edward Said'in çok önemli lafını hep başucumda tutuyorum. Şöyle diyor, İsrail ve Amerika'yı kast ederek: 'Hesaplaşmak zalimin lüksüdür.' Yani güçlü olan hesaplaşır, çünkü kaybedecek şeyi yoktur. Üstelik oradan bir de itibar edinir. Ama bir yandan da kızılderili filmi, Vietnam filmi çeker, sonra da gider Irak'ta 1 milyon daha Arap öldürür.
-Medyanın hali ne durumda sizce?
- Yandaş-candaş ayrımına inanmıyorum. Şeriat korkusu yayan seçkinci güruh yarın-öbür gün gerçekten şeriat gelse, sisteme ilk eklemlenecek insanlar olacak. Müslüman arkadaşlarımı seviyorum ama bir şeriat tehlikesi olsa önce benim gibiler karşı çıkacak.
En iyiyi zaman belirler
- Sizin için 'son 25 yılın en iyi Türk yazarı' nitelemesi yapılıyor.
- Şunu itiraf edeyim, o kadar kavi karakterli birisi değilim. Bu tür övgüleri duyup da 'hiçbir şey hissetmiyorum' diyemem. Tamamen kayıtsız değilim, ama öyle aman aman da etkilenmiyorum. Çünkü son 25 yılın en iyi yazarının kim olduğunu şimdi değil, 25 yıl sonra bilebiliriz. Ayrıca 'en iyi yazar', 'en kötü yazar' nitelemesinden çok, bir 'iyi yazarlar skalası' vardır ve bunu da eserlerin belirler. Hiç belli olmaz; bugün adını bile duymadığımız, hatta kitabını yayımlayamamış bir insan, 25 yıl sonra bir efsane olarak anılabilir. Bugün 500 bin satan birisi, 10 yıl sonra unutulup gidebilir.
Yazarken bazen ciğerlerim ağrıyor
"Sartre son yıllarında Beauvoir'le yaptığı nehir söyleşide 'Yazarken hâlâ gerginlik yaşıyor musun?' sorusunu şöyle yanıtlar: 'Özgüven krizi yaşamadığım bir gün bile yok.' Ben de masadan defalarca ciğerim ağrıyarak, hiçbir şey yazamadan kalkıyorum, ağlayasım geliyor. Bir insan çok kitap yayımlıyor diye kötü yazar olmaz, az kitap yayımlıyor diye iyi yazar olmaz. Ama hem 1 milyon satayım hem herkes beni sevsin hem de entelektüel-muhalif sayılayım diye bir şey de olmaz. Bu yedi-sekiz yılda bir iktidarın yüzde 5'lik bir oranla bile olsa vatandaşın lehine bir şeyler yaptığında memlekette nasıl olumlu şeyler olduğuna tanık olduk. Ama tercihin serbest piyasadan yanaysa yapılabileceklerin de bir sınırı vardır, ondan sonrası imkansızdır. Mülkiyet ilişkileri böyle devam ettiği sürece, en fazla Etiler'de oturanların profili değişir ama Bağcılar'daki yaşam sefalet içinde devam eder."