Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Sükut, anlam

Hayat notları

Doğunun bilge yazarı Sadi, asırlar önce şunu yazmış; "Akılsız bir kişi, akıllı bir kişiye karşı, akıllının akılsıza duyduğu soğukluğun, yüz katı daha fazla bir nefret duyar."
Sadi'nin ki ne doğru bir saptama... Aslında belki de en akıllı kişi, nefret gibi bir duygudan tamamen uzaktır; sadece soğukluktur akılsıza hissettiği. Nefret, bir yanıyla 'duymak için' haklı bile görülse, o duyguyu yaratan zeminde, sorunlar ondan kaynaklı çözülmez ki... Günümüz insanının bilincinin, önce bu dünyanın sorunlarını yaratması ama yine aynı dünyanın sınırlarındaki aynı insanlık bilinci ile bu sorunların asla çözülemeyeceği gerçeği gibi... Aklını, 'hikmet' ile birleştirmeye çalışan kişiden, bu nedenle çok uzak olmalıdır özünde nefret duygusu... Nefret, insanlığın düşmanıdır çünkü...

***
Suskunluk, bazen çok ya da haklı olarak konuşmaktan iyidir...
İçi azıcık bile bilme hali taşıyan suskunluklarda, kendiliğinden ağır bir sessizlik vardır.
Sükut, her zaman çok ses çıkarmaktan daha iyidir, uzun vadede...
"Söz gümüşse, sükut altındır" diye, boşuna söylememiş atalarımız.
Bir de Arap özdeyişi vardır:
"Susma ağacının dallarında, huzur meyvesi vardır" diye...
Doğu'nun dünyası 'susmak ile sır' arasında da çarpıcı bir ilişki kurmuştur.
Bu nedenle şöyle der bir başka Arap özdeyişi:
"Düşmanının bilmemesi gereken şeyi, dostuna söyleme."
Yine bir başka özdeyiş ise şöyle:
"Sırrımı saklarsam, benim tutsağım olur: Açığa vurursam, ben onun tutsağı olurum."

***
Schopenhauer, şunları demiş, 'Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar'ında:
"Bir bilge, çok haklı olarak, dünyaya hükmeden üç güç vardır diyor; bunlar akıllılık, güçlülük ve şanstır. Sanırım, bu sonuncusu dünyaya en çok hükmedendir.
Çünkü yaşam yolumuz bir geminin rotasına benzetilebilir.
Yazgı, iyi ya da kötü talih, bizi hızla ileri götürmekle ya da çok yana savurmakla bir rüzgar rolünü oynar; kendi çabalarımız ve çalışmalarımız ise buna karşı çok az etkilidirler."
Koca Schopenhauer'a, karşı mı çıkacağız şimdi! Ama her noktanın, birbirini bu kadar mükemmel tamamladığı bir yeryüzünde; 'yazgı'nın rolünü de sadece tesadüflerle, şansla sınırlamak, adaletsizce geliyor insana. Eh yine de, Schopenhauer'ın yazdığı gibi ama şansı kimin verdiğini hiç sorgulamadan; İspanyol atasözünü anımsamalı:
"Oğluna şans ver de, sonra istersen denize at."

***
İnsanların çoğu günümüzde binbir türlü nedenle huzursuzdur.
Huzuru arayan insan, çok sayıda alternatif çare peşinde koşar. Ama bir türlü huzura ulaşamaz.
Olaylar bizi derinden etkiler. Oysa bizi esasen ilgilendiren, etkileyen, sürükleyen; olayların nesnel anlamda, ne olduğu mudur? Yani, hakikatte ne oldukları mı? Çok sanmıyorum.
Biz insanlar, çoğunlukla olayların nesnel anlamda ne olduklarına değil; bize göre ne olduklarına bakarız... Yani sadece kendi penceremizden baktığımız kadarını görürüz; bu algımız ile hissettiklerimiz arasında çıkan sonuca göre, huzurlu ya da huzursuz oluruz.
Oysa Frigya'da bir köle olarak doğup, gençliğini kölelikle geçiren; azad edildikten sonra, filozofluğa kadar ulaşan Epiktetos (M.S 55-M.S 135); bu işi 1900 yıl önce çözmüş:
"İnsanları huzursuz eden, olaylar değil, olaylar hakkındaki görüşleridir" diye noktalamış.
Sonuçta; iyi pazarlar, 'huzurlu görüşler', efendim...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA