Türk şiirinin şövalye şairi, geçtiğimiz hafta genç sayılabilecek bir yaşta hayata veda eden sevgili kardeşimiz, güzel insan Ahmet Erhan'ın kitapları, kaç gündür elimden düşmüyor...
Sevgili Ahmet Erhan'ın ilk kitabı "alacakaranlıktaki ülke" yayınlanalı tam 32 yıl olmuş.
Bir su gibi akıp gitmiş zaman... Şiir serüveninde iz bırakan 11 kitapla ifade edilmiş bir hayat; savrulup durmuş, ülkemiz gibi yıllar boyunca...
Ağrılı, sancıyan, acıtan; hüzünlü bir şair oldu hep Ahmet Erhan.
Usta, sahici, sıkı şiirleri bırakarak geride; yine bir hüzün bulutunda veda etti, sanki hayata.
Yazdığı ilk şiirlerinden itibaren, yaşamının sonuna dek, 'hüzün' hiç bırakmadı Erhan'ın peşini...
Hüzün 'Ahmet'i, 'Erhan' hüznü takip etti... İlk kitabında yazdığı bir şiirinde, demişti ki:
"Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim."
Ne diyelim; içine gözyaşlarımız sığsa da, sığmasa da; bütün güller sevgili Ahmet ile olsun...
Beyaz güller... Kırmızı güller... Sonsuzluktaki güller...
İnsanlar, genelde ölüm yokmuş gibi yaşıyorlar... Her ölüm, hep bunu hatırlatır bana...
Aslında sonsuza kadar yaşayacakmış gibi hissetmek iyi de; belki sonsuza kadar yaşayacakmış rahatlığında olmak kötü... Çünkü yaşam, hızla akıp gidiveriyor elinizden...
Bu nedenle günümüz insanının, genellikle sadece cenazelerde hissettiği 'ölüm farkındalığı'; eğer yaşamın bütününe yayılır ise her şey daha da güzelleşebilir... İnsanın belki de hiç ölmeyecekmiş gibi bir hisle yaşarken; ölümün bilincinde olması, yaşamı anlamlı kılar. Çünkü 'ölüm farkındalığı'; yaşanılan anların; sevmenin, sevilmenin; güzelliklerin, dostlukların, iyiliklerin; insanlığın kıymetini taşır.
Her günü, eğer hissederek, son gününüz gibi yaşarsanız, azıcık belki; yaşamınızda gerçek sevgi hakim olur... Yani ölüm, bize sevginin keşfini de getirir; insan varoluşunun kaçınılmazlığını...
MONTAİGNE'İN DEDİĞİ
"Ölümün nerede, ne zaman geleceği belli değil, iyisi mi biz onu her yerde, her zaman bekleyelim." demişti asırlar önce "Denemeler"i kaleme alan Montaigne. Bu yalın durum hepimiz için geçerli... Evet, ölümün, nerede, ne zaman geleceği belli değil. İşte bu nedenle, hayatımızdaki her yeni günün hakkını vermek, insan olmanın erdemiyle yaşamak değerli... Yaşamın anlamı, ancak o zaman şekilleniyor çünkü... Her şeyi "mülk edinebilirsiniz"; evleri, binaları, tüm malları... Ama yaşamı "mülk edinmek" mümkün değil, hiçbir şeyi yanımızda götüremiyoruz... İşte sonsuzluğa sessizce gidenler, bu gerçeği yeniden anımsatıyorlar hepimize. Nedense insanlığın kendisini hep uzak kıldığı, üzerine çok konuşmak istemediği bir konudur ölüm... Bu nedenle genellikle filozoflara nasip olmuştur, daha çok ölüm üzerine düşünmek... Oysa gündelik hayatımızda, ölüm üzerine ne kadar çok konuşursak, o kadar "iyi insanlar" olabileceğimize inanırım ben... Çünkü ne çok konuşursanız ölüm üzerine; insanın faniliğini görür, yaşama değer verir, bir karıncayı bile incitmeden yaşamaya özen gösterir; sevginin peşine düşer, hırslarınızdan arınmayı becerirsiniz belki de...
Bu nedenle "Ölmesini bilene, hiçbir şey zorla yaptırılamaz" demiş asırlar önce düşünür Seneca... "İnsanlar hiç ummadıkları ve geleceğine inanmadıkları bir ölümü beklerler" demişti, galiba bir başka filozof da... 'Umduğumuz bir ölümü' beklemeyi öğrendiğimizde, 'hakiki farkındalığa' ulaşacağız belki de...
Çok sevgili Ahmet Erhan'ın, ilk kitabında bile, neredeyse iki şiirinden birinde, çok sık takıldığı, gencecikken yüzleştiği, içinde 'ölüm' kelimeleri geçen dizeleri; bana tüm bunları düşündürdü.
Ahmet Erhan'ı, o güzel yüreğini, çok çok özleyeceğiz... İyi ki o güzelim şiirleri bıraktı hayata...
Hem usta işi, çok güzel şiirler yazdı; hem kendi hayatının şiirini...
Güle güle Ahmet Erhan...