Hayat notları
Çocukluğumdan beri hem tüm hayvanlarla, hem de özel olarak kedilerle dostluğum çok iyidir... Evimde de iki kedim var... Biri, Smyrna (İzmir'in Antik dönem adı).
Diğerinin adı ise İzmir... Smyrna bir Van kedisi; on bir yaşında, zeki, oyuncu...
Smyrna'nın bir gözü mavi, diğer gözü yeşil, bembeyaz, yakışıklı erkek bir kedi...
"İzmir" ise nazlı, Smyrna'dan daha genç bir kız... Bir İran kedisi... Beyaz tüyleri ara ara sararan izlerle örtülü... Bal renginde, kocaman, çok güzel gözleri var...
İkisi de birbirine aşık, biri nerede, diğeri orada... Sadece o narin kız, bir kelebek gibi uçarak kütüphanenin üzerine tırmandığında, Smyrna onu imrenen gözlerle izliyor... Çünkü kendisi artık biraz göbekli bir kedi, kütüphaneye tırmanamıyor...
***
Kedi deyip geçmeyin, onların da insanlar gibi çok keyif aldıkları, kendilerini zamanın ve hayatın akışına bıraktıkları anlar var... Örneğin bugünlerde İzmir'in en büyük keyfi, balkonda kuşları kovalama işini bir kenara bırakırsak; evin arka balkonundan bir rüzgargülü gibi süzülerek dağları seyretmek... Bir İran kedisi olduğundan mıdır nedir?
Dağlara tutkun İzmir... Bıraksanız, saatlerce orada kalabilir... Sabahları ilk uyandığında, bu yüzden ilk işi miyavlayarak kapının açılmasını istemesidir...
Smyrna ise yıllar sonra yeni bir şey keşfetti: "Gölgeleri"... Gölgeler; insanların, eşyaların, gölgeleri... Gölgeler; güneşten kurtulup, hüzünle günün ortasına karıştığında, Smyrna'ya bir şeyler oluyor... Heyecan fırtınası sanki... Bir avcı gibi pusuya yatıp, gölgelerin yüzeye yansıyan görüntülerini dakikalarca izleyerek,
gölgeleri yakalamaya çalışıyor Smyrna...
Bunu iki duyguya dayanarak yapıyor...
***
Birincisi merak, ikincisi oyun... Ama Smyrna, her şeyden önce
gölgeleri gerçek sanıyor...
Bu yüzden onları yakalamak, aniden tutmak istiyor...
Ama Smyrna'daki bu istek çoğaldıkça, gölgeleri yakalamak imkansızlaşıyor... İmkansızlaştıkça, Smyrna onları daha çok yakalamak arzusu duyuyor... Neyse sonuçta bu heyecanlı serüvende, Smyrna memnun, gölgeler kendi halinden memnun...
İnsanlar da bazen böyle değil mi! Bilmedikleri gölgelerin peşinde koşan, onları gerçek sanan kediler gibi... Ya da dev okyanus diplerinde
yüzen, suların derinliklerine karışmış, ama suların dışındaki dünyayı bilmeyen balıklar gibi... Oysa kim bilir, insanın da bilmediği ne çoktur bu sonsuzlukta... Kim bilir bilmeyen, gölgeleri gerçek sanan kediler değildir belki de sadece... Bu yazıyı yazmadan önce, yine tatlı tatlı gölgelerle oynayan Smyrna'ya bakarken, nazlı kızım İzmir'i severken, aklıma birden
Platon'un mağara örneği geldi...
Asırlar önce insanlığın ilk filozoflarından
Platon da, bir mağara örneği ile açıklamak istemişti insanın algısının, bazen kendisi için nasıl yetersiz kalabileceğini... Platon, sadece duyular ve algılar ile elde edilen evrene ait bilgilerin, aslında tek başına
"gerçek bilgiler" olmadığını savunurdu... Bu durumu da bir mağara örneği ile açıklardı...
Bu örneğe göre; sırtı bir mağaranın ağzına dönük vaziyette bir insan düşünün... Bu insan doğal olarak arkası dönük olduğu için, mağaranın dışındaki varlıkları göremiyor...
Yine doğal olarak sadece mağaranın önünden geçen bu varlıkların,
güneşin etkisiyle mağaraya düşen gölgelerini görüyor... Bu gölgeleri de gerçek varlık olarak algılıyor... Bu durum mağaradaki insan, mağaranın dışına çıkarak gerçek varlıkları görene kadar sürüyor...
Acaba günümüz insanı da Smyrna gibi ya da Platon'un mağara örneğindeki gibi, sadece kendisine ait sınırlı bir "gerçeklik algısı"mı taşıyor?..
Belki de... Günümüz insanı, ruhunu kendi yarattığı mağaralara hapsederek, gerçeklik algısını,
kendi hissettiğiyle sınırlıyordur. Belki de güzellik, iyilik, şefkat, sevgi; bu nedenle giderek uzaklaşıyor günümüzden... Belki kendi gerçeklik algısıyla sınırladığı için, dünyanın bütün yaşam kaynaklarını günümüz insanı; savaşların, zulümlerin, kötülüklerin kıyısında;
kendi mağarasında yaşıyordur... Bu nedenle belki sadece Smyrna değil gölgelerin tutsağı olan...
Aslında kendi kendisinin esiridir: İnsan...