Siz bu yazıyı okuduğunuzda, biz bir grup meslektaşımızla birlikte, iş amaçlı bir gezide olacağız. İlk kez göreceğimiz yer Almanya'nın Heidelberg şehri.
Bu yazıyı yazmadan önce uzun uzun fotoğraflarına baktım. Dünyaca ünlü, masal gibi bir şehir. Romantizmin şehri. Tarihsel mirasıyla, üniversiteleriyle, gastronomisiyle, yetiştirdiği kültür sanat insanlarıyla, kültürel etkinlikleriyle ünlü. II. Dünya Savaşı sırasında, Almanya'nın yıkılmadan kalan ender şehirlerinden biri.
İNSANIN YAPTIĞI...
Bugün özellikle kentin eski şehir (Altstadt) ve Sarayı, UNESCO tarafından dünya insanlık mirası listesine alınmış. Bu özelliği ile de Heidelberg, Almanya'nın, hatta Avrupa'nın ve belki de dünyanın ziyaretçi istatistiğinin en tepesinde yer alıyor. Müzeleri, özenle korunan eski yapılarıyla pırıl pırıl bir şehir. Estetik düzeyi o kadar yüksek ki; renkler, sokaklar, temizliği, tarihsel mirasını özenle koruyuşu; hepsi bir bütünlük oluşturmuş. Rüya gibi.
Bir anda, aşık olduğum ve yaşadığım İzmir ile Heidelberg'i karşılaştırdım. Biliyorum şehirleri karşılaştırmak doğru değil. İçim acıyarak yazıyorum. Çünkü giderek İzmir'in estetiğini bozuyoruz. Görsel açıdan değerlendirdiğimizde; İzmir'de ciddi bir kirlilik oluşuyor. Haydi sokakları işgal eden işportacıları, bir kenara bıraktık. Ama başta Alsancak Tren Garı'nın çaprazında bulunan St. John Anglikan Kilisesi olmak üzere; tarihi yapıların, yeşil alanların üzerine, gelişi güzel asılmış pankartlara, ortalığı kirleten bu çirkin görüntülere ne demeli! Üstelik bu işi yapanlar arasında, kamu kurumları ve yerel yönetimler de var.
Yerel yöneticiler, bunu nasıl görmezler, anlayamıyorum!
Sonra İzmir eleştirileri olunca, kızıyoruz... Acaba bazen eleştirenler haklı değil mi!
Çünkü böylesi güzel bir şehir, insan eliyle işte ancak bu kadar kötü hale getirilebilir!