Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Kentin belleği

İzmir'de kentin belleğine yapılan tüm yolculukları, çok değerli buluyor ve önemsiyorum.
Yeni Asır yazarı, değerli Mehmet Demirci de, İzmir'de bir boşluğu doldurarak, bazen kentin inanç tarihine ilişkin yazdığı yazılar ile dikkat çekiyor. Mehmet Demirci, son olarak 'İzmir Mevlevihanesi'ne ilişkin yazılarıyla, yeni bir pencere araladı.
Demirci, son yazısında İzmir'de Mevlevi dergahının, ilk olarak 1850'li yıllarda açıldığını, kurucusunun ise Halil Akif Dede olduğunu vurguladı. Yazar, yine son yazısında, bu konuda kişisel tarihi nedeniyle de, çok daha özel bilgiye sahip, kentin sevilen isimlerinden, değerli dostumuz Nihat Demirkol'un görüşlerine yer verdi.
Ben de bugünkü köşemi, sadece yazılanlara katkı vermek amacıyla, değerli dostum, İzmir araştırmacısı, yazar İlhan Pınar'a bırakmak istiyorum. Tespitleri, sevgili Nihat Demirkol'un görüşleriyle örtüşen yazar İlhan Pınar'ın, "İzmir Yazıları" adıyla Kent Kitaplığı'ndan yayınlanan kitabından, "İzmir Mevlevihanesi" başlıklı yazısını paylaşıyorum:

İZMİR MEVLEVİHANESİ
"Türkiye'nin çeşitli yıllarında birbiri ardı sıra mevlevihaneler restore edilmeye başlandığı zaman, aklıma takılmaya başlamıştı. Acaba İzmir'de mevlevihane var mıydı ve varsa neredeydi?
O güne kadar da seyyahların kentte gezerken mutlaka Emir Sultan Türbesi'nde her cuma günü yapılan ve halka açık zikir törenlerini izlediklerini ve izlenimlerini yazdıklarını biliyordum.
Ancak Mevlevi törenlerini pek yazan olmamıştı. Bir gün İzmir Türk Ocağı'nda, sevgili Orhan Terzioğlu'nun Mevlevilerin adet, inanış ve sembolleri üzerine bir konuşması olduğunu duyunca, soluğu orada aldım. Herhalde, Orhan Hoca biliyordur, diye.
Neyse Orhan Hoca sunumunu yaptı. Ancak daha çok Bursa Mevlevihanesi izlenimlerini ve fotoğraflama çalışmalarını anlatınca, umutlarım boşa çıktı. Daha sonra bu merakın içinde bir başka İzmirli dostumun daha olduğunu öğrendim: Nihat Demirkol. Milliyet Ege'deki köşesinde, konuyla ilgili yazısını okuyunca, hemen kendisine yazdım. O da tükenmek bilmeyen enerjisiyle, İzmir Mevlevihanesi'ni arama çabasına girişmişti. Bilgilerimizi paylaştık.
Ben tabii hemen arşivimdeki konuyla ilgili araştırmaya giriştim.
Bir yandan aklımın bir köşesinde, çocukluğumun geçtiği -ve sonradan İzmirim projesinde 'Saklı Mazi: Kireçlibaşı- Dibekbaşı' adı altında kitaplaştırdığım- semtlerdeki 'tekke' dediğimiz yer duruyordu. Arşivde tarama yaparken, henüz yayınlamadığım bazı Batı Avrupalı seyyahların İzmir Mevlevihanesi'nde sema törenlerini izlediğini okudum.
Bir yandan da İzmir'in harita ve planlarını tarıyordum. Örneğin, Stotari planında mevlevihane gösterilmemişti. Yok muydu, yoksa Stotari önemsememiş miydi? Nihayet Alman coğrafyacı Heinrich Kiepert'in Batı Anadolu haritasından yola çıkarak kent planlarını yayınlayan Alman Karl Baedeker'in 1915'te yayınladığı İstanbul ve Batı Anadolu rehberinde 'tekke' olarak gösterilen yer dikkatimi çekti. Aslında planda birçok yerde tekke olarak gösterilen yerler vardı.
Storari ve Saad planları üzerinde biraz daha çalışınca, çocukluğumun geçtiği Kireçlikaya'daki 'tekke' dediğimiz yerin, İzmir Mevlevihanesi'nin yeri olduğunu ortaya çıkardım.
Daha sonra Mevlevihane'de cuma günleri düzenlenen sema törenlerini izlemeye giden seyyahların anlatılarına da rastlayınca her şey örtüşmeye başladı.
Patlıcanlı Yokuşu'nun Kireçlikaya düzlüğüne çıktığı yerde sağ taraftaki çevresi alçak taş duvarla çevrili arsa, İzmir Mevlevihanesi'nin yeriydi. Planlarda Mevlevihane, döneminde şehrin en üst sınırını oluşturuyordu. Çevresi muhtemelen hazireden dönüşen kocaman bir mezarlık alanı olmuştu. Şimdiyse boş bir arsadan başka hiçbir iz yerinde yoktur, kentin belleğinden."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA