|
 |
 |
 |
|
|
 |  |

Bilgi, masa veya diz üstü kadar yakın hepimize
Bireyler de, toplum kesimleri de, tutumlarını belirlemek konusunda ikiye ayrılıyor. Birinci gruptakiler, neyi istediklerini, ne tür şeylerden huzur duyduklarını, neleri sevip beğendiklerini belirlemek yerine, sevmediklerini, karşı olduklarını hatta nefret ettiklerini listeleyerek tutumlarını oluşturuyorlar. Böyle bir kişiyle lokantaya gidin. Yemek listesinde sevdiklerini değil, sevmediklerini önce bulur. Böyle bir toplumun siyasetine bakın. Partiler pozitif hedeflere dönük değil, kan davalarına ve karşı olunan şeylere göre kurulur. Dış politikada, işbirliği yapılacak alanlar yerine, üzerinde taviz verilmeyecek "Pozisyonlar" öncelik alır. İkinci grup üyesi bireyler de toplumlar da, "Gelişmişlik"i, "Bilgi"yi, "Özgüven"i temsil eder. Onları nefretleri değil sevgileri yönlendirir. İnsan aklının aşamayacağı hiçbir sorun olmayacağına inandıkları için, kendileri dışındakilere kızmak yerine, kendilerinin neler yapabileceklerini araştırırlar. "Tepki"den çok "Özeleştiri"ye öncelik verirler. Başarı başkasına ait olsa da kıskanmazlar, kutsarlar.
HASET Geçenlerde "Haset" konusunu işlediğim bir yazıma, bir sayın okurum (Gürol Ficici) Daniken'in "Kıyamet Günü "nden alıntıladığı şu dizelerle katkıda bulunmuştu: "Ah Dünya ne kadar Senin işlerin iyi gidiyor Benimkiler ise kötü. Dünya biraz daha adil olsa, Benim işlerim daha iyi giderdi, Seninkiler ise daha kötü" İçinde bulunduğumuz coğrafya "Şark " ağırlıklı olsa da, kendimizi en azından bireyler olarak hem gelişmiş dünyaya, hem de çağa uyarlamaya çalışmak zorundayız. Negatiflerde, olumsuzluklarda, nefretlerde, kötümserliklerde ve öfkelerde ortak zemini bulmaya çalışan anlayış, ne bireylere, ne de toplumlara bir katkı sağlıyor. Bir şeye karşı olmak üzerine kurulan ittifaklar ve cepheler, sonunda mutlaka yeni kan davalarının üretildiği iç kavgalarla parçalanıyor. Yeni dünya eskisinden çok farklı. Üstelik eski, artık "Tarih" kadar değil, "Dün" kadar eski. Düşünün ki ilk mağara resminin yapıldığı tarihten, matbaanın bulunduğu 15'inci yüzyıla kadar geçen 35 bin yıl boyunca, insanın bildiği şeyler ölümle yok olurdu. Ancak el yazmalarıyla ve kuşaktan kuşağa sözel aktarımlarla, insanlığın "Birikim"i oluşabildi bu uzun dönemde.
BİLGİ ÇAĞI Bugün ise çeşitli yayınların ve internet aracılığıyla tüm dünyaya aktarılan bilgilerin yıllık toplamı, ABD Kongre Kütüphanesi çapında 500 milyon yeni kitaplığı dolduracak kadar fazla. Bu bilgilere ulaşmak da, masa veya diz üstü kadar yakın. Böyle bir dünyada bilinen tekerlemelerle ne insan ilişkilerini, ne de siyaseti veya ekonomiyi anlamanız mümkündür. Uydularla uzaydan evinizin bahçesini bilgisayarınızdan izleyebilirken, yasak bölgede fotoğraf çekti diye turist tutuklamak kadar anlamsızdır bir sloganla siyaseti kamplara bölme çabası. Tabii ki her şey bir anda değişmiyor. Aynı anda hem eşlerinden ayrılmaya cüret eden genç kadınlar törelerle boğazlanır, hem de şöhretli genç kadınlar ve delikanlılar elbise değiştirir gibi eş değiştirirlerken, bunları aynı gazetenin değişik sayfalarında aynı gün haber olarak okuyanların kafası doğal biçimde karışır. Veya Detroit'te otomobil modeli çizen mühendisler akşam evlerine gittikleri zaman, aynı çizimi Hindistan'ın Bengalore'undaki bilişim şirketinin mühendisleri devam ettiriyorsa ve Çin Komünist Partisi ülkeyi "Marksist Pazar Ekonomisi "ne geçirip ABD ekonomisini ABD sermayesinin Çin'de ürettiği ucuz mallarla vuruyorsa, bu dünyayı anlamak daha da zorlaşır.
DERS ÇALIŞMAK Ama biz gazete yorumcularının bunları anlamaya çalışmamız da mesleğin kaçınılmaz gereğidir. Bunun için eskisinden daha çok okumak, dinlemek, araştırmak gerekiyor. Örneğin Türkiye'de akaryakıta zam yapılmasını eleştirirken, hiç olmazsa birazcık da "Çin kişi başına gelirini 5000 doların üzerine çıkardığı zaman petrol fiyatı ne olacak" hesabına ilgi duymamız şarttır. Aynı şekilde Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerine yaklaşırken "Yine köşeye sıkıştırıldık" diyenlerin, sürekli sıkıştırıldığımız "Köşeler " konusunda, "Bizim pozisyonumuz bu" dışındaki arayışları da seslendirmesi herhalde gerekir. "Kıbrıs'ta taviz yok" diyenlerin "Heybeliada Ruhban Okulu'nda taviz yok "u aynı anda seslendirmeleri durumunda, ortada bir uzlaşmasızlık olduğu da mutlaka düşünülmelidir. Öncelikle ekonomik ilişkileri görüşmek için Rusya'ya giden bir Cumhurbaşkanı, heyetine Türk iş adamlarını almıyorsa ve bunu bazıları "İlkelilik" olarak yorumluyorsa, bunun yeni dünya ve Türkiye gerçeği ile uyumu herhalde araştırılmalıdır. Evetİşimiz eskisinden zor. Hepimizi ders çalışmamız gerekiyor. "Biz bize benzeriz" lafı da anlamsız artık. Brezilya borsası hapşırınca Türk ekonomisi nezle oluyor, Amerikan FED'i faiz yükseltince bizim piyasa deniz gibi dalgalanıyor.Bunun üstüne içeride rejim kavgası ve kamplaşma, dışarıda da uzlaşmasızlık eklerseniz, her gün "Bu fiyata benzin olur mu" diye ağlar, durursunuz.
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|